Dün gün boyu gözümüz Ankara 6. İdare Mahkemesi’ndeydi. Emekli Yargıtay Üyesi Seyfettin Çilesiz’in açtığı dava sonucunda TÜİK ilk kez hakim karşısına çıktı. 85 milyon adına açtığı davada Çilesiz TÜİK’in enflasyon verilerinin asılsız olduğunu, bu yüzden milyonlarca kişinin mağdur edildiğini savundu. TÜİK 85 sayfalık savunma yaptı, yine tartışılan madde sepetini açıklamadı. Sanki zamlar enflasyon verileri üzerinden hesaplanmıyormuş gibi, aklımızla dalga geçildi, “Biz sadece enflasyonu hazırlıyoruz, maaş zamlarından sorumlu değiliz” denildi. Halbuki, TÜİK’in verilerinin her birimizin hayatını nasıl değiştirdiğini bu köşede 4 Ocak tarihli yazıda hesaplamıştık. O günkü tabloyu ve yazıdan bir kesimi bir kez daha sizlerle paylaşmak isterim.
“ENAG’ın verilerinin resmi enflasyon olduğunu varsayalım ve filmi “Nas Ekonomisi”ne geçtiğimiz 2021’in sonuna saralım. 2022’ye girerken asgari ücret 4 bin 253 TL olarak açıklanmıştı. 2022 sonunda ENAG enflasyonu yüzde 137,55 oldu. Yani 2023’te asgari ücretli eğer bu orandan zam almış olsaydı, maaşları 10 bin 103 TL’ye çıkacaktı. Yine bu mantıkla 2024’e girerken asgari ücret çoktan 22 bin 954 TL’ye, yani bugünkü maaşın bile üzerine çıkmış olacaktı. Bu sene ise asgari ücret ne kadar olacaktı biliyor musunuz? Tam 42 bin 97 TL. Yani bugünkü rakamın neredeyse 20 bin lira üzerinde! En düşük memur maaşı bugün 90 bin 129, en düşük emekli maaşı 24 bin 748 lira olacaktı. Grafiğin son satırında bu rakamlarla mevcut rakamlar arasındaki fark yer alıyor. Hepsi neredeyse bir maaş kadar...Bu fark işte kul hakkının ta kendisi!”
TÜİK dün işte tam da bu kul hakkı için hakim karşısındaydı. Köprülerin, otoyolların, yiyip içtiklerimizin fiyatı ENAG’a göre artarken, maaşlara TÜİK oranı üzerinden zam yapıldığı için bugün geçinemiyoruz, barınamıyoruz, nefes alamıyoruz. Bu yüzden bugün herkes kendi yaşam standartlarına göre yoksullaşmış halde. Grafiğin son satırındaki fark işte tam da TÜİK’in sırtındaki vebal. Sahi zamların, yani bugünkü halimizin gerçek sorumlusu kim?
“Çocuk orucu”na mecbur kalanlar...
3’ü daha çocuktu. Ahmet 14, adaşı, diğer Ahmet ve Ömer 17 yaşındaydı. Yanlarındaki arkadaşları ağabeydi ama, ufak farklarla. Mehmet 18, Ömer 20, Halil 23 yaşındaydı. Lisede, belki üniversitede olmaları gereken yaşta fabrikadalardı. Yan yana dirsek çürütüyorlardı. İş bitti, birlikte zaman geçirmek istediler, aynı servise bindiler. İnemediler. Hatay’da cumartesi günü yaşanan kazada servis minibüsü TIR’a çarptı. Hayatlarını kaybettiler. 6 tabut yan yana dizildi cenazelerinde. Namazları birlikte kılındı. Onlar bu ülkede okulu bırakıp çalışmak zorunda kalan on binlerce çocuk ve gençten sadece 6’sıydı. AKP iktidarının iş cinayetlerine kurban giden 978 çocuk ve genç işçiden biri olarak istatistiklere eklendiler... Türk-İş’e göre 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı neredeyse 76 bin lira. 2 asgari ücretin yoksul olmanın yanından geçmediği ülkemizde, birçok ailede en büyük çocuğun yanı sıra dördüncü bir birey daha okulu bırakıp iş hayatına atılmak zorunda kalıyor. Eğitim dışı kalan çocukların sayısı son bir yılda MEB’in resmi verilerine göre yüzde 38 arttı. Çünkü aileler yoksul, yoksun. OECD’nin son raporuna göre, Türkiye’de 6,5 milyon çocuk aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Türkiye’de her 5 çocuktan biri yeterli beslenemiyor, her 4 çocuktan biri okula aç gidiyor. Çocuklar arasında bodurluk, kansızlık giderek artıyor. Uzmanlar derslerde açlıktan bayılan çocuklar olduğunu anlatıyor. Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ise tam da bunları yaşarken, okullara “öneriler” listesi gönderdi. İlkokul ve ortaokullarda çocukların “çocuk (tekne) orucu” tutmalarının teşvik edilmesi istendi. Çocuklar zaten zorunlu oruç tutuyordu. Haberleri yoktu.