Bu hafta üst üste dünya çapında iki önemli dergi; Le Point ve The Economist ‘Yeni Dünya Düzeni’ kapaklarıyla çıktı.
Fransız Le Point’ın kapağında dört liderin fotoğrafı vardı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping...
Derginin analistleri, otokrasiler ekseninde bölünmüş bir dünya ve istikrar arayışı arasında kalan Batı’nın resmini çiziyordu.
Ukrayna’daki savaş –ki hepimiz Cuma akşamı Trump’ın bu yeni dünya düzenindeki rolüne şahitlik ettik- AB’nin durumu, Ortadoğu ve Asya’daki güç savaşı, yani topyekun bir gerginliğin hüküm sürdüğü dünyayı anlatan bu analiz Donald Trump’ın yeniden ABD’nin başına geçmesini en büyük kırılma olarak görüyordu.
The Economist ise Le Point’dan farklı olarak kapağına altı lideri taşımıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu kapakta yer alan liderlerdi.
Dergiye göre, Donald Trump küresel siyasette mafya benzeri bir güç mücadelesi yürütüyordu. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumu bu mafya lideri benzetmesine sebepti. Dergi Gazze’deki o plajlı, eğlenceli, utanç verici videodan önce hazırlanmıştı belli ki. Kapaktaki The Don’s vurgusunu Donald’ın yenidünya düzeni olarak da okuyabilirsiniz Baba filmindeki Don Corleone’nin de...
Üstelik Cuma akşamı yaşanan Trump’ın Beyaz Saray’dan Zelenski’yi kameralar önünde kovmasından da önce basılmıştı ve öngörü işliyordu, yenidünya düzeninin ilk fotoğrafını da görmüş olduk.
AB’nin tepkisine sebep olan bu davranış, kendi ülkesinde de Trump’a karşı entelektüellerin tepki vermesine sebep oldu. Yine Le Point dergisi yeni sayısında bu kez Trump’ı göstererek ‘Putin’in adamı’ başlığıyla çıktı. (Putin’in muhbiri olarak çevirenler de oldu)
Diplomasinin, nezaketin rafa kalktığı yenidünya düzeni 2025 yılıyla birlikte çalışmaya başladı. Cehennemin kapıları açıldı. Hepimize sabır diliyorum.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözünü çok severim
Bugün ‘Apolitik’ soruları Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bartu Soral yanıtladı.
Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Kahve içmek. Kanada’da üniversite okurken edindim bu alışkanlığı. Her sabah derse ellerinde karton bardakla geliyorlardı. İki üç ay sonra ben de denedim. Yavaş yavaş hoşuma gitti. Eve makine aldım. Hemen bütün kahveleri test ettim; Sumatra, Kenya, Nikaragua vs. Sevdiğimi buldum. 25 senedir onu içiyorum her sabah. Türk kahvesi ve Espresso da adı anılması gereken güzel kahvelerdir.
- En son hangi kitabı okudunuz?
Süleyman Tekir’in yazdığı, “Süleyman Askeri Bey: Teşkilat-ı Mahsusa’nın İlk Başkanı” isimli kitap. Atalarımızın mücadelelerini, Kurtuluş Savaşı’nı, Nutuk’u okudukça verilen mücadelenin büyüklüğü, samimiyeti, adanmışlığı beni çok etkiliyor.
- En son hangi filmi izlediniz?
Robert De Niro, Zero day.
- En sevdiğiniz ses ne sesi?
Ağaçlardan gelen kuş sesleri, orkestra gibi.
- En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Dinlediğim şarkılar ruh halime göre değişiyor. Sabah hafif bir klasik müzik veya caz. Hepsi keyifli. Akşam Azeri türküleri olabilir. Mesela “Dut Ağacı Boyunca”, bunu Roya & Rızvan güzel yorumlar. Daha keyifliysem, Ray Charles mesela “What’d I say” çok severim. Sonra Elvis Presley, “In the ghetto”. Latin, Türkçe, İtalyanca. Mesela Edith Piaf, severim, dinlerim. Yani açıkçası sevdiğim pek çok şarkı var.
- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Mümin Sarıkaya, “Ben yoruldum hayat”.
- Aşka inanır mısınız?
Aşka inanmam. Hiç âşık olmadım. Zaman içinde oluşan sevgiye inanırım.
- Kırmızı çizginiz nedir?
Atatürk’ün Türkiye için ortaya koyduğu altı ok programı. Ulus devlet, Türk milleti tanımı. Bunları bir tutku ile söyle-miyorum. Dünyanın hemen her coğrafyası, ülkesindeki kalkınma veya çöküş süreçlerini izlemiş birisi olarak 21. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren güçlü ve üreten bir ekonomi, müreffeh ve kalkınmış bir ülke olacaksak, bunun programı ‘altı ok’tur.
- En sevdiğiniz yemek?
Lezzetli yapılmış ise çok sayabilirim, ayırt etmek zor. Türk mutfağı ve İtalyan mutfağını çok severim. Ayvalıklı olarak deniz ürünlerine çok düşkünüm.
- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Pırasa.
- Sizi ne heyecanlandırır?
Büyük devrimler, büyük başarılar, büyük savaşlar.
- Yağmur mu, güneş mi?
İkisini de ayrı ayrı severim. Sonbaharda yağmur, sararan yapraklar tatlı bir hüzün verir. Geçen yıllar gibi gelir bana. Güneş ise enerji.
- Güz mü, ilkbahar mı?
İlkbahar.
- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Birincisi; karşısındakini aptal yerine koyup, aklıyla alay etmeye kalkmak. Halk arasındaki deyimiyle, köylü kurnazlığı yapmak. İkincisi, samimiyetsizlik ve sinsilik. Yani insanların önünde başka türlü arkasından başka türlü konuşmak. Üçüncüsü, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi ile hareket eden insanlar; “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” lafını çok severim.
- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Kendime söylerim. “bunu, bunu ve bunu yapma” derdim.
- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Bugün yaptıklarımı yaparım; spor yaparım, kitap okurum. Fazladan, telefon olmadığı için eşimle dostumla daha fazla sohbet ederim.
- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Yine kendim olmak isterdim. Ama mümkün olsa 4 yaşımdan neredeyse 30 yaşıma kadar süren ve sonra kendi çabamla çözdüğüm kekemelik sıkıntısını yaşamamak isterdim; çok uğraştırdı.
- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Çalardım bence. 27 yaşında Koç Holding’de çalışırken Taşkent’te oturuyordum.
Orada Buzuki dersi almaya karar verdim. Bir hoca geldi. Kulak denemeleri yaptık. Dedi ki, biz yetenekli öğrenciye saati beş dolar, az yetenekliye 10 dolar, umutsuz vakaya 15 dolara ders veriyoruz. Size 15 dolar dedi! Bozuldum. Bir daha da hiç heveslenmedim.
- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Mümkün olup bir anlaşma yapılsa kimseye muhtaç olmayacağım ve gücümden bir şey kaybetmeyeceğim yaşa kadar. Sanırım 75-80 arası bir yerde ben tamamım. Tabi 55’inde
böyle diyorum; bakalım 75’e gelince (gelebilirsek) ne diyeceğiz.
Pazar günü ‘ne okusam’, ‘ne dinlesem’, ‘ne izlesem’ diyenlere önerilir
Murakami’den yalnızlığa ağıt
Beni tanıyan bilir. Gerçek bir Murakami hayranıyımdır. Her yıl –sanırım artık sadece kendisi ve ben- Nobel Edebiyat Ödülü alsın diye bekleriz. 1Q84 adlı tuğla kitabını alıp, Tokyo’da Şinciku istasyonunda oturmuş-luğum vardır. Doğan Kitap, Japon yazarın ‘Şehir ve Belirsiz Duvarları’ adlı kitabını raflara yerleştirmiş bile.Yaşayan en önemli edebiyatçılardan biri olarak kabul edilen, eserleri 50’den fazla dile çevrilen Haruki Murakami’yi New York Times “21. yüzyıl edebiyatını icat eden yazar” olarak tanımlıyor, ‘Şehir ve Belirsiz Duvarları’ kayıp bir aşka, yalnızlığa yazılmış bir ağıt... Ödüllü çevirmen Ali Volkan Erdemir’in çevirisiyle...
Krall’ın sesini sevmemek mümkün mü?
Diana Krall sevenleri ‘This Dream Of You’ albümünü dinlemeye davet ediyorum. Grammy ödüllü şarkıcının her şarkısı birbirinden güzel ama ‘More Than You Know’ şarkısını özellikle öneriyorum.
Aşk, ölüm, tutku, nefret
7-8 Mart’ta Türkiye’de ilk kez sahne-lenecek efsanevi “Ballet For Life” gösterisinin biletleri tükendi, yoğun ilgi üzerine eklenen üçüncü performansın biletleri satışa açıldı. Fransız bale efsanesi Maurice Béjart’ın zamansız koreografisini Queen ve Mozart’ın unutulmaz müzikleri ve Versace’nin eşsiz tasarımlarıyla bir araya getiren “Ballet For Life”, 7 Mart Cuma günü 20.30’da, 8 Mart Cumartesi günü ise 14.30 ve 20.30’da İstanbul Volkswagen Arena’da seyirciyle buluşacak. Dünyaca ünlü bale topluluğu Béjart Ballet Lausanne tarafından 30 yıldır onlarca farklı ülkede sahnelenen gösteri, yıllarca hafızalardan silinmeyecek büyüleyici bir deneyim vaat ediyor. Aşk ve ölüm, tutku ve nefret, siyah ve beyaz... “Ballet For Life”, tüm bu zıtlıklar arasındaki dengeyi büyüleyici danslar ve melodiler eşliğinde sahneye taşıyor. Kaçırmayın derim.