Tartışma DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan’ın “Abdullah Öcalan’ın, medyanın diline dair ciddi eleştirileri olduğu” yönündeki açıklamasıyla başladı.
Pervin Buldan’ın sözleri çok açıktı: “Hâlâ birçok kanalın ve yorumcunun geçmişteki düşmanca dili sürdürdüğünü ve bu çevrelerin derdinin çözüm ve barış olmadığını, hamaset ve düşmanlık olduğunu açıkça ifade etti. Bazı yorumcuların, habercilerin, kanalların sürecin aleyhine yorumlar, ifadeler kullanması bizim çözeceğimiz bir sorun değil. Çünkü baktığımızda bugün medya da hükümetin elinde, yargı da AKP’nin elinde. Her gücü olan, yaşamın her alanına hakim olan bir iktidardan bahsediyoruz. Dolayısıyla bütün bunları iyileştirmek, ortadan kaldırmak yine iktidarın görevi. Ama bu konuda da bir ilerleme kaydedilmediğini de belirtmek istiyorum.”
Elbette çok tepki çekti. Pervin Buldan yanlış anlaşıldığını söyledi. Dün kameralar karşısına geçen Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’a gazeteciler “Öcalan’ın sözlerine açıklık getirebilir misiniz” diye sordu.
Doğan, “Biz Öcalan’ın sözlerine açıklık getiremeyiz. Meclis Başkanvekilimiz, aynı zamanda DEM Parti İmralı Heyeti Üyemiz sevgili Pervin Buldan’a dönük saldırılar, bunun bağlamından kopartılması da tesadüf değil” diye cevap verdi.
Öcalan’ın sözlerine açıklık getiremeyen Ayşegül Doğan, gazetecilere had bildirdi:
“Herkes yıllardır DEM Parti’nin, DEM Partili milletvekillerinin, özellikle de DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Pervin Buldan’ın ne için mücadele ettiğini biliyor. Neler yaşadığını da biliyor, kişisel tarihini de biliyor. Ve bunlara neden maruz kaldığını da biliyor. 90’ların karanlığının hâlâ bir şekilde çırpınmaya çalıştığını görüyoruz. Tüm bunlara rağmen sanki biz medyaya sansür istemişiz ya da Öcalan medyaya baskı, sansür istemiş gibi veya Pervin Buldan bunu böyle aktarmış gibi bir algı yaratmaya çalışmak işte o kutuplaştırıcı siyasetin işlevi. Süreç karşıtlarının hemen üzerine atlayıp başka bir algı yaratmak istemeleri dahi bunu gösteriyor. Hiç kimse bizim basın özgürlüğüne yaklaşımımızı, düşünce ve ifade özgürlüğüne yaklaşımımızı, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili mücadelemize ya da buna yönelik yaklaşımımızı sorgulama haddine de sahip değildir.”
“Bazı yorumcuların, habercilerin, kanalların sürecin aleyhine yorumlar, ifadeler kullanması bizim çözeceğimiz bir sorun değil. Çünkü baktığımızda bugün medya da hükümetin elinde, yargı da AKP’nin elinde”. Şu cümleleri soru sorarak anlamaya çalışalım o halde.
Soru bir: Sizin elinizde olsa nasıl çözerdiniz?
İkinci soru: AKP’nin yanında olan medya bu eleştirileri getirmediğine göre, eleştirenleri AKP hangi yollarla zorlamaktadır?
Üçüncü soru: Kendisi gibi düşünmeyen medyaya bugüne kadar hangi cezalarla yaptırım uygulanmıştır?
Dördüncü soru: Her gücü olan iktidar ‘elindeki yargı’yla gazetecileri nasıl susturmaya çalışmıştır. Bugün bu yüzden kaç gazeteci yargılanmaktadır?
Maalesef Ayşegül hanım, bu sözlerin ne anlama geldiği bu soruların yanıtlarındadır.
Dolayısıyla basın özgürlüğü ve demokratikleşme konusunda sorgulamak haddimizdir.
Ayrıca barış gazeteciliği demek, siyasetin aldığı her karara, önünü arkasını düşünmeden ‘eyvallah’ demek değildir.
Sorgulamak gazetecinin görevidir.