BUPAR Araştırma Direktörü ve Siyaset Bilimci Doç. Dr. Onur Alp Yılmaz’la 2028’de ilk kez oy kullanacak 6,5 milyon gençle ilgili konuşmamızı Cuma günü bu köşede okumaya başladınız.
Bugün devam edelim.
“Şırnak’ta yaşayan bir gençle, Etiler’de yaşayan bir gencin ortak bir kimlikle güdülendiğini düşünürken, yalnızca ‘muhalif gençliğe’ odaklanıp tekno-milliyetçilik dediğimiz şeyin ürettiği ‘Teknofest gençliğini’ görmezden gelmemize sebep olur” diyen Yılmaz’a sohbetimizde bu kez ‘siyasi partiler gençleri iyi okuyabiliyor mu’ diye sordum. İşte cevabı: “Ne Türkiye’de ne de dünyanın geri kalanında bu konuda başarılı bir siyasi parti olduğunu ifade etmek güç. İnsanlar siyasi partilerden ve siyasi elitlerden adeta nefret ediyor. Gençler de bu trendden azade değil. Bizim araştırmalarımızda da gençler ve toplumun geri kalanı arasında bu konuda bir paralellik var. Yüzde 80’i mevcut siyasetçilerin hiçbirine güvenmiyor ve yüzde 70’i de Türkiye’deki mevcut siyasi partilerin Türkiye’nin sorunlarını çözebileceğine inanmıyor. Bu da onlara anne ve babalarından daha kötü bir hayat standardına sahip olacaklarını düşündürüyor.”
★★★
Peki hangi partilere eğilimleri var?
Doç. Yılmaz’a göre, bu güvensizlik hali gençleri uçlara itiyor. Kendileri adına sistemden hesap soracak sistem dışı aktörlere doğru meylediyorlar: “Muhalif milliyetçi gençlik Zafer Partisi’ne eğilimli. Seçim dönemlerinde AK Parti ve CHP arasında gençler arasındaki makas görece açılıyor; ancak seçimlerden sonra gençlerin CHP dışındaki muhalif aktörlere dağılması ve kararsızlar safına geçmesiyle bu makas daralıyor. Bu yüzden CHP ve AK Parti arasında İmamoğlu operasyonu öncesinde çok büyük bir fark yoktu.”
★★★
Kuşak araştırmacıları onlara karşı “mış gibi yapmamak gerekiyor” diyordu 2023 seçimleri öncesi. Peki ya şimdi?
Doç. Onur Alp Yılmaz, “Yukarıda söylediklerimle paralel düşünmek lazım bunu. Evet, gençlerin muhalif olma trendi toplumun diğer kesimlerinin üzerinde. Ancak 2023 seçimlerinden önce, hatta 2018 seçimlerinden önce de ifade edildiği gibi genç seçmenin varlığı tek başına muhalefete seçim kazandıracak bir sihirli değnek değil. Muhalif siyasi elitlerin bekledikleri şey, kendilerine seçim kazandıracak bir nesneye dönüşmüş edilgen bir yığındı bugüne kadar. ‘Z kuşağı fetişizmi’nin altında da bu yatıyordu. İktidardan nefretin muhalefetten hoşnutsuzluğa ağır basacağı ideal kitleydi gençler muhalif siyasi elitler açısından.
Muhalif siyasi elitlerin kurdukları mikro iktidar ilişkilerinin sarsılmaması için ortaya koydukları bu kitleleri dışlama pratiği ise orta sınıf(laşma) kaygısı taşıyan gençliğin sahip olduğu bir potansiyeli de dışladı: Sıradan insanlarla, yani sokaktaki insanla kurulacak ilişkiler. Hatırlatayım, iktidarı bugün geldiği noktaya taşıyan en önemli etkenlerden biri de müesses nizam tarafından kamusal hayattan dışlanan, ancak kamusal hayatta var olmak isteyen başörtülü kadınların bu arzularına onları örgütleyerek cevap vermesiydi. Bu örgütlülük, iktidarın RP döneminden başlayarak sıradan insanlarla sürdürülebilir bir ilişki kurmasını sağladı.
Başka bir ifadeyle AK Parti, kendi gündemlerini yerele götürmeyi başardı. Mesela kentsel dönüşüm Kağıthane bölgesinde, gecekondularda rahatsızlık yaratan bir konu. Ancak, AK Parti’nin mahallede kurduğu iktidarı son derece nitelikli bir saha araştırmasıyla ortaya koyan Sevinç Doğan’ın anlattığına göre, AK Partili kadınlar gecekondulara ev toplantılarına haritalarla gidip orta sınıf değerleri kutsayarak “Kim kaloriferli dairede oturmak istemez”, “Kim böyle temiz bir dairede oturmak istemez” gibi bir propagandayla onları ikna etmeyi başarıyor” diyor.
★★★
Önemli bir tespit. Biraz örneklerle bu durumu detaylandırmasını istiyorum. İşte cevabı:
“Kağıthane’de yaşayan bir yoksul AK Partili genç, ‘Yeni Türkiye’den’ bahsederken kendisinin milletvekili olma idealinden de bahsediyor. Kendi geleceğini partinin geleceğiyle, onu da liderle özdeşleştiren bir kültür var. Bu da öyle doğal seyri içinde oluşmuş bir süreç değil. Mahalle düzeylerinden başlayıp sürekli parti içi eğitimler yapan AK Parti, bu simbiyotik ilişkiyi eğitimlerinde sürekli olarak vurguluyor. Ancak AK Parti’nin kapsama mekanizması kadar muhalefetin de dışlama mekanizması var. En ufak birimden, mahalle örgütlerinden başlayarak kurdukları mikro iktidar ilişkilerinin sarsılması, paylaşılması ihtimali korkusuyla partinin kapıları de facto olarak yeni gelenlere kapalı. Bu değişmeli ve mesela “İmamoğlu’nun başına gelenler” ise konu ‘İmamoğlu’nun hikâyesinin gündelik yaşamın bir parçası haline getirilmesi’ için önce bunu aşıp alternatif yöntemler üzerine düşünülmeli. Nitekim son süreçte de ortaya çıktığı gibi, özellikle orta sınıf(laşma) kaygısı duyan gençler, sanıldığı gibi apolitik değil. Bugüne kadar geleneksel siyasallaşma biçimlerinden dışlandıkları için ‘dijital aktivizm’e yatkınlar. Bu bağlamda onların hem dijital yetkinliklerini akranlarına ulaşmak için örgütleyebilecek hem de onları kaygılarını bertaraf edecek bir “dava” etrafında örgütleyip ‘sıradan insanlar’la ilişki kurabilecek, en klişe haliyle ‘ev ev dolaşabilecek’ kadar kapsayıcı alternatif yöntemler üzerine düşünmek gerekir.”
Son sözü dikkat çekici ve önemli bir uyarı kanımca: Mevcut haliyle, onları yalnızca haftada bir mitinge çağırıp dağılmak, sıradan insanları kapsamayan bir yankı odasına sıkışma riskine gebe!
Salıcı Anneler Günü’ne özel paylaştığı bu fotoğrafta çocukken annesiyle.
Geçmişe dönsem Akşener’e “Hanımefendi, kalktığınız masaya geri oturmayın ve demokratik hakkınızı kullanarak cumhurbaşkanı adayı olun” derdim
Bugün Apolitik soruları CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı yanıtladı.
Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Acaba biz uyurken ne oldu? Kentlerimiz yeterince dirençli değil, acaba deprem mi oldu? Dünyanın farklı bölgelerinde çatışmalar ve çatışma potansiyelleri var, acaba dünyada bir gerilim mi tırmandı? Ülkemiz hukuk devleti niteliğinden gittikçe uzaklaşıyor, acaba yine masum birileri gözaltına mı alındı? Bu sorularla uyanıyorum. Dolayısıyla ülke ve dünya medyasını açıyorum. Ardından ekibimle bir araya gelip, bir gazetenin yazı işleri toplantısı gibi, günün öne çıkan konu başlıklarını masaya yatırarak dünyada olan biteni anlamaya çalışıyoruz.
En son hangi kitabı okudunuz?
Amin Maalouf, ‘Labirent’. Maalouf, edebiyatçılığından olsa gerek, politik denemelerde mükemmel bir anlatıcı. Hem Batı’nın hem Orta Doğu’nun zihniyet dünyasına hâkim, çok deneyimli bir isim. Bizim böyle isimlere ihtiyacımız var. Labirent, hem dünya tarihine dair hafızamızı tazelemek hem de çağımızın güncel sorunlarına kafa yormamız açısından çok iyi bir çalışma. Ayrıca şu sıralar geçmişte okuduklarımı bir de bugünkü aklımla okuyorum.
En son hangi filmi izlediniz?
‘Bir Cumhuriyet Şarkısı.’ Senaryosunu Sırrı Süreyya Önder’in yazdığını öğrenince
çok mutlu oldum.
Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilik günleri.
En sevdiğiniz ses ne sesi?
Kanun. Enstrüman olandan bahsediyorum.
En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Fazıl Say ve Serenad Bağcan-Dört Mevsim; Jethro Tull-Thick As A Brick; Ahmet Kaya-Ağladıkça.
Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
‘Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım, Bu da Gelir, Bu da Geçer.’
Aşka inanır mısınız?
İnanırım. Aşk çok radikal bir duygu. Aşk yoksa, sevgi yoksa, mutluluk da olmaz. Benim için en büyük mutluluk, eşim Gülizar ile kızım Lavin ve oğlum Rona’nın varlığı.
Kırmızı çizginiz nedir?
Adalet.
En sevdiğiniz yemek?
Favorim dövmeçtir. Bizim Adıyaman yöresinden. İçli köfteye de asla hayır demem.
Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Yatılı okulda büyüdüm, yemek seçmem.
Sizi ne heyecanlandırır?
Türkiye’nin bölgesinde güçlü, kendi içinde toplumsal barışını ve sosyal adaleti tam anlamıyla tesis etmiş bir ülke olmasını istiyorum. Bundan çok heyecan duyuyorum.
Salıcı, eşi ve çocuklarıyla.
Yağmur mu, güneş mi?
Güneş.
Güz mü, ilkbahar mı?
Buna yanıtım politik olmak zorunda. Mevsimler şaştı. İklim değişikliği, ciddiyetle hazırlanmamız gereken bir gerçek.
İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Emeğe saygısızlık, ikiyüzlülük ve herhangi birisinin üstüne çullanma, linç kültürü.
Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Meral Akşener’e “Hanımefendi, kalktığınız masaya geri oturmayın ve demokratik hakkınızı kullanarak cumhurbaşkanı adayı olun” derdim.
Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Bir gün daha isterim!
Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Tabii ki kendim.
Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Maalesef.
Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Çocuklarımız henüz küçük yaşlardalar. Çocuklarımızın kendi ayakları üstünde durabildiğini görmek istiyorum.