Tarih 13 Haziran 2025...

İsrail, İran’ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırmak amacıyla İran topraklarında çok sayıda noktaya aniden hava saldırısı düzenledi. Çatışmada birçok üst düzey yönetici öldürüldü. Adını 6 gün savaşlarından ilhamla “12 gün savaşı” koydular. Trump araya girdi, şimdilik ortalık sakin görünüyor. Peki bu savaş neden yaşandı?

Paris’te Sciences Po Üniversitesi ve ABD’de Princeton Üniversitesi’nde çalışan, İstanPol’un kurucularından Siyaset Bilimci Alphan Telek’e göre İki çok önemli sebep var, ikisi de birbirine bağlı: “ABD’nin dış politika projeksiyonunda Ortadoğu eskisi kadar önemli bir yer tutmuyor. Son yıllarda yapılan analizlerde önemli bir unsurun gözden kaçtığı inancındayım: ABD küresel üstünlüğünü sadece askeri düzeyde sağlamıyor, en az bunun kadar belki de bundan daha önemlisi ticari hegemonyasını korumak ve sağlamlaştırmak istiyor. Bu ise sadece alıp satma üzerine kurulu bir güç arayışı değil, alıp satmanın kurallarını belirleme, bunu uluslararası norm ve kurallarla denetleme, buna uymayanları cezalandırma, uymamakta ısrar edenleri askeri yolla uyarma ve hatta rejim değiştirme Birleşik Devletler’in uzun yıllardır oluşturduğu stratejiler arasında yer alıyor. ABD, ticaretini ve politiko-ekonomik hegemonyasını sürekli kılmasını engelleyecek bir tehdit gördüğünde ya da radikal bir yönelim değişikliği olması durumunda askeri müdahale seçenekleri masaya geliyor.”

Alphan Telek

Telek, ikinci olarak İsrail’in güvenliği meselesinin devreye girdiğine vurgu yapıyor. “İki ülke arasında İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana mutlak ve şaşmaz bir birliktelik var. İki ülke arasındaki farklılıklar çoğunlukla krizlerin üstünden nasıl gelineceğiyle ilgili üslup farklarından oluyor. Söz gelimi, İsrail sağı ve yönetimi uzun zamandır İran’a karşı şahin politika ve acil müdahale talep ederken, Birleşik Devletler yönetimi İran’ı tehdit olarak görüp uzun zaman onu çevreleme politikası izledi. Ancak Donald Trump ile bu değişti.  Bunun en önemli sebebi ise 2. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş jeopolitik dengenin artık kimseye yeterli gelmemesi. Bu denge hali Türkiye’nin de mevcut güç denklemlerinde elini kolunu bağlıyor. Asya-Pasifik, Avrupa – Ukrayna’dan bağımsız olarak söylüyorum - Afrika gibi farklı sıcak çatışma yaşanabilecek alanlar varken neden Ortadoğu’da bu savaş patladı derseniz, burada İsrail’in güvenliği vurgusunun Trump’ın göreve gelişiyle kendine bir fırsat bulması var.”

Alphan Telek’e göre İran savaşı dinamiklerini tek başına da değerlendirebiliriz ama bu yaşananları 2003 Irak savaşı ve Saddam’ın devrilmesi, 2005 Lübnan eski Başbakanı Harari’nin öldürülmesi, 2006 İsrail’in Beyrut’u bombalaması, 2011 Libya’da Kaddafi’nin düşüşü, Suriye iç savaşı ve nihayet Esad rejiminin düşmesinden ayrı göremeyiz. Bütün bunlar bize Ortadoğu ya da Kuzey Afrika bölgesinde İsrail’in güvenliği ile ABD’nin politik ve ekonomik güç dengelerine karşı gelebilecek dinamiklerin nötralize edildiğini gösteriyor.

Peki asıl soru, Türkiye ne yapmalı?

Telek bu soruya “çok dikkatli olmalı” diye yanıt veriyor: “İçeride son derece hassas bir ekonomi ile büyük oranda kutuplaşmış bir toplum var. Türkiye’nin etrafı böylesi bir türbülanstayken iç dinamikler Türkiye’yi zayıflatan yönler taşıyor. Bu yüzden, son dönemde Kürtler ile yapılan barış görüşmeleri oldukça önemli ama yeterli değil. İç barışın bütün katmanlarla yapılması gerekiyor, bu da muhalifi, iktidar mensubu herkese ama özellikle devlet erkânına büyük bir sorumluluk yüklüyor. Bu süreçte ifade özgürlüğü bunun turnusol kâğıtlarından biri olacak. Konuşanı içeri atmak değil, acaba ne diyor diye kulak kabartmak ve o sesi devlette temsil etmek bizi en az ürettiğimiz İHA’lar ve SİHA’lar kadar dış tehditlere karşı koruyacaktır.”

Ailemde ve köyümüzde üniversite okuyan ilk kız çocuğuydum

Bugün ‘Apolitik’ soruları CHP Sağlık Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Zeliha Aksaz Şahbaz yanıtladı.

- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?

Güne başlarken önce bir bardak su içerim. Sonra balkondaki çiçeklerimi tek tek kontrol ederim. Sonra çayın suyunu koyarım. Balkonumda sardunya, melisa, yasemin, nane çiçeği, sarmaşıklarım var. Şimdi zamanımın çoğunu Ankara’da geçiriyorum. O nedenle ayrı kaldım ama burayı da dönüştürüyorum.

Zeliha Aksaz Şahbaz

- En son hangi kitabı okudunuz?

En son, Noah Hariri’nin Sapiens isimli kitabını okuyorum. İnsanlar nasıl yaşıyordu, algılarımız nasıl kuruldu? Sosyal antropoloji çok ilgimi çekiyor. Onun için olabildiğince okumaya çalışıyorum. Sabahattin Ali en sevdiğim Türk yazarıdır.

- En son hangi filmi izlediniz?

“Bir Cumhuriyet Şarkısı” isimli filmi izledim. Tiyatro daha çok ilgimi çekiyor, insandan insana direk bir iletişim. Tiyatro gerçekten çok büyük bir sanat, en son Koç Üniversitesi Tiyatro Kulübünün “Hayvan Çiftliği” oyununu izledim. “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir” repliği çok anlamlı.

Zeliha Hanım, 4 çocuklu bir ailenin ablası olarak büyüdü.

- En sevdiğiniz ses ne sesi?

Serçelerin cıvıl cıvıl sesi, yaşamın devinimini içeren, insana canlılık veren ses olarak severim kuş sesini, özellikle baharda kuş cıvıltıları, bülbül sesi dinlemek çok güzel. Bir de yeni doğan bebeğin o ilk çığlığı bende mutluluk patlamasıdır. Hayata atılan ilk çığlık ve onun verdiği büyük mutluluk inanılmaz, muhteşem bir şey.

- En çok dinlediğiniz üç şarkı?

En sevdiğim şarkı derken, halk türkülerin severim. İnsanımızın yüzyıllardır yaşamının içinden süzülüp gelen, acılarını, isyanını, özlemini haykırdığı türkülerimiz, deyişlerimiz..

- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?

Türkiye bir şarkı olsaydı herhalde Bulutsuzluk Özlemi’nin “Acil Demokrasi” şarkısı olurdu.

- Aşka inanır mısınız?

Tabii ki aşka inanıyorum. Aşk yaşamın enerjisidir. Tüm canlılarda aşkı görebilirsiniz, bitkilerin çiçekleri de aşktır, kelebeklerin dansı, kuşların şarkıları, bebekler, hepsi aşkın ürünüdür. Düşünsenize dünyada aşkın olmadığını, herhalde biz insana evrilemezdik, canlılık evrim olmazdı. Aşk, sevgi, empati, vicdan bunlar insanı insan yapan, unsurlar. Aşk, sevgi bunlar hayatımızın en anlamlı duygusu.

Oğlu İbrahim ve eşi Hüseyin Bey ile. 

- Kırmızı çizginiz nedir?

Kırmızı çizgim, özgürlüğümdür. Özgürlüğümden asla vazgeçmem, kimseye vermem. İnandığım şey bu dünyaya gelmiş tüm çocukların yaşam hakkıdır. İnsan sevgisidir. Beni var eden duygulardan biri haksızlığa karşı isyandır. Ben bir kız çocuğu olarak köy kökenli, şehre göç etmiş bir ailenin en büyük kız çocuğu olarak doğdum. Ailemden çok değer gördüm. Annemin ‘siz okuyun benim gibi olmayın’ sözleri ile büyüdüm. Toplum içinde kız çocuklarının hep bir adım arkada durması gerektiğini, mesela abisinin sözünden çıkamadığını, erkek kardeşi kendisinden küçük bile olsa hizmet ettiğini, eğitim hakkının bile olmadığını görerek büyüdüm. “Kız çocuğu okumaz, okusa ne olacak, katip mi olacak” sözlerini duyarak büyüdüm. Buna isyan ettim. Kendi ailemde, akrabalarımız içinde ve köyümüzde üniversite okuyan ilk kız çocuğuydum. Okudum, doktor oldum ve kadınlar yapamaz denilen cerrah oldum, otuz yaşında yedinci çocuğunu doğururken hayatını kaybeden anneannemin, düşük yaparken, doğum yaparken ölen kadınların trajedisine isyan ederek Kadın Hastalıkları Doğum uzmanı oldum. Binlerce bebek doğurttum, anneleri sağlığına kavuşturdum. Kendimi var etmeyi başardığıma inanıyorum. Bu sessiz, inadına, büyük mücadelelerle yapılan bir devrimdi. Hani devrim yapılmaz, devrim olunur denilen sözdeki gibi. Sonra ailemdeki, çevremdeki bütün kız çocukları okudu, bunun olabildiğini gördüler. Bundan da izin verirseniz kendime küçük de olsa bir pay çıkartıyorum.

- En sevdiğiniz yemek?

En sevdiğim yemek yoktur, içine sevgi katılmış tüm yemekler güzeldir. Ege mutfağını severim, Kütahya’nın haşhaşlı gözlemesini, kaz tiridini severim.

- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?

Asla yemem dediğim aklıma gelen bir yemek yok. Ama hak yemekten kaçınırım.

- Sizi ne heyecanlandırır?

Beni ilkbahar heyecanlandırır. Doğanın uyanışı, hayatın her yerden fışkırması, tohumlardan çıkan bitkiler, çiçekler, ilkbaharın kokusu, tüm canlıların yeniden doğmaya başlamaları, yaşam enerjisi beni müthiş heyecanlandırır. Yağmurla güneşin bir arada olduğu bir mevsim.

- Güz mü, ilkbahar mı?

Sonbaharda hüzünlenirim, daha çok içsel yolculuğum başlar. Onun yeri ayrıdır ama ilkbahar benim için başkadır.

- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?

İnsanlarda en sevmediğim hareket bencilliktir. Empatiden, vicdandan yoksun olmaktır. Kendim için ne istersem, bu dünyada yaşayan tüm çocukların aynı şeyi hak ettiğine inanırım. Lüksü, şaşaayı, aç gözlülüğü sevmem; hırsızlık olarak görürüm. Ben minimalist yaşamak gerektiğine inanıyorum. Kendini terbiye ederek, minimum şeyle.

- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?

Pişmanlıklarım bende kalsın ama geçmişe dönerek birine bir şey söylemek istesem, babama onu çok sevdiğimi bir kez daha söylemek isterdim.

- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?

Şu anda telefonsuz üç gün verseler çok mutlu olurdum. Kendimle kaldığım üç gün çok kıymetli ama bu dönemde sanki imkan da yok gibi duruyor.

- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?

Dünyaya bir daha gelsem, yine kendim olarak gelmek isterdim. İsyanımla, inadımla, umutlarım, kaybedişlerim, keşkelerim ve mücadele azmimle yine kendim olmak isterdim. Hayatına anlam katmak önemli, ben buna ulaştığıma inanıyorum.

- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?

Herhangi bir enstrüman çalamıyorum maalesef. Çocukluğumda bağlama çalmak istemiştim, babam izin vermedi. Daha sonra da başaramadım ama bir enstrüman çalmayı, çalabilmeyi çok isterdim.

- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?

Kaç yaşıma kadar yaşayabilirim bilmiyorum ama hikâyemi tamamlayarak bu dünyadan göçmek isterim. Bu ülkeye adaletin ve demokrasinin geldiğini, bebeklerin eşit bir şekilde ve umutla büyüdüğünü görmeden ölmek istemem. Bildiğim pek çok insan bu uğurda hayatını adadı ve göremeden gittiler çünkü.