Değerli gazeteci kardeşim Barış Terkoğlu’nun, önceki gün Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yer alan yazısının başlığı şöyleydi:

- Hain, alçak, adi, soysuz Vahdettin!

Konu, bir TV programında bana karşı diğer konuğun söylediği şu sözlerdi:

- Vahdettin’e hain diyenler yargılanacak!

Demek ki, Soyer, Terkoğlu ve ben de dahil pek çok aydın, yurtsever, Cumhuriyetçi, Mustafa Kemal’in “Nutuk”taki ya da konuşmalarındaki sözleri paylaştığımız için yargılanacağız, öyle mi!

Öncelikle tüm tarihi belgeler, Vahdettin’in kişiliksiz, silik, tahtın selametinden başka bir şey düşünmeyen, İngilizlere neredeyse tapınma derecesinde sevgi besleyen bir padişah olduğunu gözler önüne seriyor... Buna bir de memleketinden bir İngiliz savaş gemisine binerek kaçması eklenince ortaya açık bir ihanet çıkıyor...

Ancak, bu konuda çeşitli görüşler öne sürülüyor. Örneğin Murat Bardakçı, İlber Ortaylı gibi tarihçiler için Vahdettin, acz içinde, zavallı bir adam! Aynı isimler siyasal islamcıların Vahdettin’in Mustafa Kemal’i Anadolu’ya memleketi kurtarmak için gönderdiği iddialarını ise traji-komik olarak nitelendiriyor...

Sevgili Barış, Vahdettin’i ve Mustafa Kemal’in bu kişi hakkındaki sözlerini gayet güzel anlatmış yazısında, kalemine sağlık. O halde ben de, programdan ve daha önce yazdığım bir yazıdan bir bölümle katkı sağlamak isterim...

“Devleti kurtarabilirsiniz paşa!”

Yıllar önce sanırım yine bir bayram öncesi değerli tarihçi dostum Mustafa Solak’tan bir mesaj almıştım; aynen şöyle diyordu:

Toplum ve öğrenciler arasında Atatürk’ü vatanı kurtarması için Samsun’a Vahdettin’in yolladığına ilişkin algı var...

Yeni bir şey değildi; çok uzun yıllardır yukarıda adını andığım işbirlikçiler bu algıyı yerleştirmek için her türlü yalana her türden haysiyetsiz iftiraya başvurdular... Solak yeni algı metodlarından birini de şöyle anlatıyordu:

- 12. Sınıf “İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitabının 62. sayfasında Vahdettin’in “paşa paşa devleti kurtarabilirsin” sözü üzerinden başarı Vahdettin’e mal edilmeye çalışılıyor. Dahası Vahdettin’in hainliğine dair ifadeler kitaplardan çıkarıldı...

Kitaptaki bu anlatım, Büyük Devrimci’nin Fatih Rıfkı Atay’a anlattığı anılarına dayanmaktaydı. Atatürk’ün anlatımı şöyleydi:

Yıldız Sarayı’nın küçük bir odasında Vahdettin’in diz dize denecek kadar yakın oturduk... Odanın Boğaz’a doğru açık penceresinden gördüğümüz manzara şu idi: yan yana demirlemiş birkaç sıra zırhlı. Cephe topları sanki Yıldız Sarayı’na doğrultulmuştu. Söze Vahdettin başladı:

- Paşa, Paşa, şimdiye kadar devletimize çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir.

Elini önündeki kitabın üstüne basarak devam etti:

- Tarihe geçmiştir.   

O zaman o kitabın tarih kitabı olduğunu anladım. Soğukkanlılık ve dikkatle dinliyordum.

- Bunları unut. Şimdi yapacağın hizmet, şimdiye kadar yaptıklarından mühim olabilir. İstersen devleti kurtarabilirsin.

Hakkımdaki teveccühe teşekkür ettim ve “Memleketi kurtarmak için elimden geleni yapacağıma şüphe etmeyiniz” dedim”.

Yalnızca payitahtı kurtarmaya çalışan Padişah!..

İşte bu konuşma Vahdettin’in Mustafa Kemal’i “vatanı kurtarması için” Samsun’a gönderdiği yalanının icat edilmesini sağladı!

Ancak, ahh şu belgeler, ahh şu tarihe geçen ihanetler, ahh İngiliz Malaya Zırhlısı’na binip kaçan soysuz Padişah, ahh Mustafa Sabri’den  Rahip Frew’a, İskilipli Atıf’tan Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’a, Mustafa Kemal’i yok etmek için kurulan Kuvvayı İnzibatiye’ye o hainler ordusu yok mu, işte onlar bozuyor işi!

Öncelikle sormak lazım; Vahdettin “devleti kurtarabilirsin” demiş, hangi devlet acaba? Padişahın özel mülkü olan “devlet” olmasın? Yalnızca “Payitaht” yani İstanbul ile sınırlı olan devlet olmasın?

İstanbul’un 16 Mart 1920’de ikinci kez işgal edilmesi sırasında Yıldız Sarayı’nda Rauf Bey’in “Meclis kararı olmadan herhangi bir milletler arası vesikaya imza atmaması” isteğine “Rauf Bey, bir millet var, koyun sürüsü... Buna bir çoban lazım... O da benim”   diyen Vahdettin vatan kahramanı öyle mi?

Bu adamlar (İngilizler) istedikleri her şeyi
yaparlar. İsterlerse Ankara’ya da giderler
” diyen bu Padişah, vatan savaşını başlattı öyle mi?!.

Ankara hükümeti temsilcisinin çantasından gizli evrakların çalınıp, İngiliz Yüksek Komiseri’ne sunulmasını sağlayan Vahdettin, Anadolu’nun kurtulması için tahtını, sarayını tehlikeye attı öyle mi?

İnsanda biraz utanma duygusu, biraz vicdan, biraz haysiyet olur!

Tarih yalanları suratlara çarpmakta pek mahirdir!

Gerçekler yeri geldiğinde pek acı, pek serttir...

Gerçekler, yeri geldiğinde suratlarda boş bir eldiven gibi patlar, kaçacak bir yer de bulamazsınız!.. O halde anlatalım; Mustafa Kemal, Anadolu’ya, İngilizler’in “Pontus Devleti” kurulması için Müslüman ahaliyi boğazlayan Rum çetelerine karşı, yerel direnişin başlaması üzerine “önlemezseniz Karadeniz’i de işgal ederiz” ültimatomu üzerine o direnişi bastırmak üzere gönderildi!.. 

Vahdettin’in “istersen devleti kurtarabilirsin” lafı, İngilizlerin isteğinin yerine getirilip, Türk direnişinin yok edilmesiydi!.. Dikkat edin o konuşmasında “Devleti kurtarabilirsin” diyor zaten, vatanı ve milleti değil! Şimdi soralım:

Vahdettin ve tabi soysuz Sadrazam Damat Ferit, vatanseverlerin İngilizlere ihbar edilip önce meşhur Bekirpaşa zindanına, ardından yıllar sürecek Malta sürgününe gönderilmesinde başrolü oynamadılar mı?!

Aynı padişah, Mustafa Kemal’in gerçek niyeti ortaya çıkınca, Mustafa Sabri denilen hainin kaleme aldığı, Şeyhülislam sıfatlı Dürrizade Abdullah isimli hainin fetva verdiği idam kararı için emir vermedi mi?!..

Aynı soysuz, Anzavur Ahmet denilen alçağa “sivil paşalık” unvanı vererek, Kuvayı İnzibatiye’yi kurdurup Anadolu’da isyan çıkartmaya göndermedi mi?!.

Aynı Vahdettin, Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca, İngilizlere yalvar yakar “beni kurtarın” diyerek, ailesiyle birlikte Malaya Zırhlısı’na binerek vatanından defolup gitmedi mi?!.

Mustafa Kemal, bu rezil kaçışı öğrendiğinde ne demişti biliyor musunuz:

Gerçekten, neden ve nasıl olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi ulusu içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın bir dakika bile olsa, bir ulusun başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır!..

O tarih kitabını yazanların, okullara dağıtanların yüreği, Büyük Devrimci’nin bu sözlerini yazmaya yeter mi, asıl soru budur!

Barış Terkoğlu’nun yazısının son paragrafıyla bitirmek isterim:

- Sonuç olarak, Vahdettin üzerinden yeni bir tarih kurmaya çalışanlar, Tunç Soyer’i ya da Ümit Zileli’yi değil, Atatürk’ü yargılıyor. Bu cüret gücünü elbette Cumhuriyet’le hesaplaşanların iktidar olmasından alıyor. Ancak unutmayalım, torbacıları genel merkezlerinde ağırlayan sözde milliyetçiler, Silivri’den Malaya gemisine koşan sözde ulusalcılar, Atatürk’ü devrimci fikirlerden arındırıp içi boş törenlere sığdıran sözde Atatürkçüler, ‘yenilene yenilene’ elde ilke bırakmayan işportacı siyasetçiler bu işin asıl sorumlusudur!

İşte, bu kadar...