Teslim olmak, ilk başta biraz rahatsız edici, hatta utanç verici gelebilir...

En azından bazıları için böyledir... Ama çok sürmez, teslim olmanın kaçınılmazlığı, yararları, hatta haklılığı üzerine üretilecek düzinelerce fikir görünümlü bahane sonrasında şööle rahat bir nefes alıp, ne kadar doğru yaptığınızı insanlarla paylaşmaya başlayabilirsiniz...

- Nasıl olsa dışarıda size katılmaya hazır bir yığın insan beklemektedir!

Sivas’tan çıkan tarihi ders

Sivas Kongresi esnasında Mustafa Kemal’in işi çok zordu...

Kongrenin ağır toplarının çoğu, güçlü bir ülkenin kanatları altına, yani “mandasına” girmek yanlısıydı. Türklerin bağımsızlıklarını kazanacağına ve daha da önemlisi kendilerini yönetebileceğine ihtimal vermiyorlardı. Bir büyük ülke, örneğin ABD, bunu yapabilir, Türklere bu kabiliyeti kazandırabilirdi!

O sıralarda “Amerikan mandası” isteyenlerin önde gelenlerinden Halide Edip Hanım, Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup yazdı. Mektubunda mandayı hararetle savunuyor, “Asri milletler” arasına girmek için 20 yıllık bir teslimiyete mutlaka katlanmak gerektiğini ısrarla vurguluyordu. Hatta daha ileri giderek şunları söylüyordu: Pek tabiidir ki manda süresince izzeti nefsimizden biraz fedakarlık edeceğiz. Ama sonunda tıpkı Filipinler gibi kalkınacak, kendimizi yönetebilir hale geleceğiz..

Filipinler o tarihte Amerikan mandası altındaydı. Halide Edip, “gururumuz biraz kırılacak, ama onlar gibi kalkınacağız” diyordu.

- Filipinler’in bugünkü hali ortada, dibine dek sömürülmüş bir hizmetçi ülke!

Mustafa Kemal, bu mektubu okudu ve yanıtını Sivas Kongresi’nde kürsüden haykırarak verdi:

- Ya istiklal, ya ölüm!

İdeolojisiz ve esnek!

Teslim olmak çok kolaydır...

Hiçbir zahmeti yoktur. Yapmanız gereken tek şey, haysiyet, gurur, onur gibi lüzumsuz sözcükleri defterinizden silmek, verilen talimatları yerine getirmektir, işte o kadar!.. Ne kadar iyi yaparsanız o kadar yükselir, o kadar rahat yaşarsınız, kendi kıratınızı aşmayan cüce toplumlarda tabii!.. Ha bi de, iki şeye çok dikkat etmeniz gerekecek; kendi küçük hesaplarınızın dışında başka bir şeye burnunuzu sokmayacak ve izzeti nefsinizi rafa kaldıracaksınız, hepsi bu kadar!

Meslek, öğrenim, aile, bulunduğunuz ortam hiç fark etmez, siz yeter ki teslim olmaya karar verin, teslim alan mutlaka bulunacaktır... Görmeyecek, duymayacak, konuşmayacak, her koşulda üç maymunu oynayacaksınız. Bulunduğunuz çevrede her zaman muktedir olanın yanında yer alacaksınız. Düşenin dostu olmayacak, tam tersi okkalı bir tekme de siz atacaksınız... Düsturunuz hep, “bu memleketi ben mi kurtaracağım yahu” olacak... Her daim esnek, her durumda ideolojisiz, efendinizin verdiği her görevde daha gaddar, daha acımasız olacaksınız..

- İşte bu kadar kolay!..

Haysiyetli yaşamak...

Haysiyetli olmak ise her daim zordur...

Teslim olmanın dayanılmaz hafifliği karşısında, uzun, çetrefilli, zahmetli bir yolculuktur. Yaşamı öncelikle teslim olanların saldırılarına göğüs germekle geçer. Hayatın her alanında çoğunlukla yalnız kalır, sırtından hançerlenir, iftiralarla, ihanetlerle boğuşur... En yakın sandıklarının bir gün güle oynaya teslim olduğunu, haysiyetini sattığını görmenin büyük acısını yaşar...

Demem o ki; zor şeydir haysiyetli yaşamak... Anlık mutlulukların, pırıl pırıl insanların sevgilerinin dışında serveti yoktur...

- Ama tarihi onlar yazar... Tarih de onları...

Zor zamanların imbiğinden geçmiş bir yazı... Sahte dostlukları, sinenleri, silinenleri görmüş, not almış bir yazı... Kurtuluş Savaşı’nı en güzel, en içten yazan Büyük şair Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’ndaki tüyler ürperten seslenişindeki gibi:

- Ateşi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde.