Sadece okula gitmiyorlar, okula gidebilmek için gece-gündüz kafelerde garsonluk, butiklerde tezgahtarlık, şirketlerde anketörlük yapıyorlar.
Bir arkadaşıyla kahve içecek, sevgilisini sinemaya götürecek, üstüne o çok beğendikleri tişörtü alacak, hayranı olduğu bir şarkıcının konserini izleyecek paraları yok.
Gençlikleri var, enerjileri var ama hayat onlara ne gençliklerini veriyor, ne enerjilerini boşaltabilecekleri bir ortamı.
Zaten ekmek de aslanın midesinde artık, öyle yarım zamanlı çalışacak işi de kolay bulamıyorlar.
4-5’i aynı evde yaşamak zorunda kalıyor, kirayı ancak toparlıyorlar.
Şehir dışında iyi bir üniversiteye puanları yetse de gidemiyorlar, yurtlarda yer yok.
Araştırmalar her üç gençten birinin ne okulda ne işte olduğunu söylüyor. Onlara daha önce bu köşede değindiğim gibi ‘ev genci’ diyorlar.
Kendilerini güvende hissetmiyorlar.
Sıkışmış kalmışlar.
Sevdikleri, doğdukları ülkelerinde bir gelecek kurmayı hayal etmek istiyorlar, hayal kuracak enstrümanlara sahip değiller.
Özgür ve eşit olmak istiyorlar.
Arkalarında kapı gibi bir adalet arıyorlar.
Başlarına bir şey gelse, X hesaplarındaki paylaşımlara göre muamele görmeyecek bir düzen arzuluyorlar.
Onlar yarın bir gün yeni bir virüs geldiğinde aşıyı bulacak olanlar,
Onlar kanser olsanız tedavinizi üstlenecekler,
Onlar yarın bir gün başınıza bir şey gelse avukatlığınızı üstlenecekler,
Onlar elinizdeki cep telefonlarını üretecekler,
Onlar evinizdeki buzdolabını, çamaşır makinenizi, elektrik süpürgenizi tasarlayacaklar,
Onlar beyninizdeki hasarı giderecek bilimsel formülleri bulacaklar,
Şeker hastalığınızı giderecekler belki,
Sizi tekerlekli sandalyenizden kurtaracaklar,
Böbrek naklinizi yapacaklar,
Genetik hastalıklarınızın önüne geçecekler,
Ağacınızı koruyacaklar, şehrinizi kurtaracaklar,
Otomobilinizin kaza yapmasını engelleyecek düzeneği bulacaklar,
Roman yazacaklar, film çekecekler, şarkılarla, türkülerle iyi hissettirecekler,
Dünyadan haberdar olmanızı sağlayacaklar,
Hak arayışınıza yoldaş olacaklar,
Uzun yaşamın sırrını bulacaklar,
Kazada kaybettiğiniz kolunuzun yerine yenisini takacaklar,
Bir tuşla sizi seyahate gönderecekler,
Mutlu aileler kuracaklar, umutlu ve umut veren çocuklar yetiştirecekler...
Ama yapamıyorlar...
Çünkü iktidar gibi düşünmedikleri için hapsi boyluyorlar, boykot afişi paylaştı diye işlerinden atılıyorlar, gözaltına alınıyorlar.
10 yaşındaki çocuklar memleketin siyasetini konuşmaya başladı.
Yandaş olmadıklarında hayat hakkı olmadığını biliyorlar.
Aileler varını yoğunu satıp, yurt dışına göndermenin hayalini kuruyor ama araştırmalar gençlerin gitmek istemediğini söylüyor.
Hepsi memleketini seviyor, yurttaş gibi hissetmek istiyor.
Sadece sizin gibi düşünenler değil, düşünmeyenler üzerinden de yükselecek bu ülkenin umudu.
Kanada’ya giden bir doktor ile televizyon programında konuştuğumuzda şunu sormuştu: Bizi neden sevmiyorsunuz?
Kalbime işleyen bu cümleyi hiç unutmadım.
Sahi onları neden sevmiyorsunuz, neden evlatlarınızdan ayırıyorsunuz?
Üstelik anayasayı da tanımıyorsunuz.
Yapmayın, gençlere kıymayın. Onları sevin.
Ne istiyorlar bir dinleyin, onlara nefes olun, onlardan korkmayın.
Yıllarca övünüp durduğumuz genç nüfusumuzu harcamayın, onlarsız gelecek mümkün değil.
DÜNYANIN NERESİNDE BUNU YAPABİLİYOR?
Bakın bu soru aslında bizim iklimimizle çok ilgili. Galatasaray, Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final maçında Fenerbahçe’ye konuk oldu. Ülker Stadı’nda oynanan maçı 2-1 Galatasaray kazandı. Maçın ardından Fenerbahçe teknik direktörü Jose Mourinho, Galatasaray teknik direktörü Okan Buruk’un burnunu sıktı. Maçın ardından Galatasaray İkinci Başkanı Metin Öztürk, açıklamalarda bulundu. Açıklamalarında Mourinho’ya tepki gösteren Öztürk, “Okan Hocamız ve Mourinho hakemleri tebrik etti. Mourinho sonra sözlü ardından fiili saldırdı. Dünyanın neresinde bunu yapabiliyor” diye sordu. Yapamaz, yaparsa da ağır cezası vardır. Ama cezasızlık ve aynı zamanda da ülkede herkesin her şeyi yapabiliyor olması nedeniyle Mourinho’nun da bunu yapması neredeyse normal. Her şey birbirine bağlı. Toplumsal yaşam boşuna kurallar bağlanmıyor.