Üst üste sevdiklerimizi kaybettik.
Sanatçı Volkan Konak sahnede gencecik yaşında şarkılarını söylerken kaybetti hayatını.

Atatürkçüydü...

Atatürk’e karşı olanlar tarafından linç edildi.

Edip Akbayram, herkesin sevgilisiydi.

Bu ülkenin şarkılarıydı.

Ona bile kötü söz söyleyenler oldu.

Sırrı Süreyya Önder, günlerce yoğun bakımda hayata döndürülmek istendi.

62 yaşında hayatını kaybetti, kahretti.

“Türklük gününde geberdi” diye yazanlar oldu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili’ydi.

★★★

“Benim gibi düşünmeyen ölsün” zihniyeti tebelleş oldu bu ülkenin bir kısım insanına.

İyiliği, insanlığı, vicdanı gömdüler.

Ama bunu o sıradan bir siyasi tartışmanın argümanı gibi gördüğümüz ‘kutuplaşma’ yaptı işte.

Çünkü kutuplaşma toplumları böler.

İletişimi zorlaştırır.

Dayanışamaz, yardımlaşamayız.

İnsanlar birbirine güvenemez.

Bağları zayıflatır.

Çatışmaları artırır.

Önyargıları güçlendirir.

Ortak çözüm bulmayı engeller.

O saatten sonra ‘toplum’ olmak zordur.

Bizim gibi düşünmeyenlerin acılarına duyarsızlaşırız.

Empatiyi kaybederiz.

Duygusal kopukluk yaşarız.

Yalnızlık çekeriz.

Ahlaki erozyona uğrarız.

Sosyal adaletsizlik artar.

Mağdurun sesi duyulmaz.

Acıya sağır olanı da vurur bir gün. Onun da etrafında kimse kalmaz.

Son günlerde yapılan anketler siyasi partilerin kutuplaşmadan nasıl beslendiğini ortaya koyuyor. Kimse kendi tarafının herhangi bir hata yapmış, herhangi bir suç işlemiş olduğuna inanmıyor örneğin. “O yapmaz” diyor. “Diğeri suçlu”.

Diğeri ne yaparsa yapsın suçlu.

Senin gibi düşünen hep haklı. Böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz artık. Ve kutuplaşma konusunda hiçbir kırılma yaşanmıyor maalesef.

Politikalar bizi bu hale getirmiş olabilir, ama ne olur hatırlayın: Biz zor günlerinde birbirine koşan bir toplumduk. Birlikte sevinebilen, birlikte ağlayıp acıyı azaltabilen insanlardık.

Kutuplaştık ve kirlendi dünya.

Kendimize gelmezsek ‘biz’ diye bir şey kalmayacak, bilesiniz.

Türkiye bir şarkı olsaydı Sertab Erener’den ‘Sevdam Ağlıyor’ olurdu

Bugün ‘Apolitik’ soruları 26 ve 27. Dönem CHP İzmir Milletvekili, gazeteci/yazar Atila Sertel yanıtladı.

- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?

Güne başlarken Sözcü, Cumhuriyet, Evrensel gazeteleri öncelikli olarak yerel medyada yayınlanan haber ve yorumları okurum. Sonra televizyonlarda zapping yaparak sabah yayınlarını izlerim. WhatsApp üzerinden gönderilen mesajları ve e-mail’ime gelen iletileri okur, yanıt isteyenlere yanıt yazarım. O günün programına bakar, hareket ederim. Cenazelere, düğünlere ve önemli toplantılara katılmaya özen gösteririm ve geri kalan zamanımı dostlarımla paylaşırım.

- En son hangi kitabı okudunuz?

En son okuduğum kitap Zekeriya Sertel’in ‘Hatırladıklarım’ kitabıdır.

- En son hangi filmi izlediniz?

Richard Gere’nin başrol oynadığı ‘İlk Korku’ ve yerli yapım ‘Takıntılar’ filmlerini izledim.

- En sevdiğiniz ses ne sesi?

Kuş sesini çok severim. Doğadaki bütün kuş sesleri ve evimde beslediğim kanaryam ‘Paşa’nın sesini...

- En çok dinlediğiniz üç şarkı?

Cem Karaca’dan ‘Sevda Kuşun Kanadında’, Ahmet Kaya’dan ‘Kum gibi’, Volkan Konak’tan ‘Yarim Yarim’ ve Edip Akbayram’dan “Bekle Bizi İstanbul’ şarkılarının yanı sıra çok sayıda şarkıyı severek dinlerim.

- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?

Sertab Erener’den ‘Sevdam Ağlıyor’ olurdu.

- Aşka inanır mısınız?

Aşka inanmayan kendisine inanmıyor demektir.

- Kırmızı çizginiz nedir?

Çizgimden, kişiliğimden ödün vermemek. Siyasi düşüncelerde ileriye yönelik değişimi kabul ederim ancak çıkar peşinde döneklerden nefret ederim.

- En sevdiğiniz yemek?

Kuru fasulye, köfte ve patates kızartmasına bayılırım.

- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?

Asla yemem dediğim bir yemek yok. Ancak kereviz yemeğini severek yemem.

- Sizi ne heyecanlandırır?

Torunlarımın okul yaşamındaki başarıları, Galatasaray maçlarında heyecanlarım ve sevdiğim kişilerden aldığım başarı ve mutluluk haberleri beni heyecanlandırıyor.

- Yağmur mu, güneş mi?

Bazen yağmur, bazen güneş. Değişir.

- Güz mü, ilkbahar mı?

Kesinlikle ilkbahar. Doğanın uyanışını izlemek ve yaşamak benim için çok keyif verici bir durum.

- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?

Selamsız, sabahsız mekâna girmeyi, bana yanlış gelen görüşlerini ısrarla savunmalarını... Bir de abartılı davranışları sevmem.

- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?

Geçmişe dönerek bir şey söylemem mümkün olsaydı, meme kanserinden vefat eden eşime, “Mamografi çekimini ihmal etme” derdim ve ısrarcı olurdum.

- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?

Kitap ve televizyon varsa sorun yok. Fırsat bulduğum an doğada yürüyüşü de çok severim.

- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?

Dünyaya yeniden gelseydim kim olmak isterdim diye uzun uzun düşündüm ve kararımı verdim: Yine ben olmak isterdim.

- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?

Akordiyon ve org çalarım. Gençlik yıllarımda düğün salonlarında orkestrada org ve akordiyon çaldım. Solistimizde bugünün ünlü şarkıcılarından Mithat Körler’di. Gitarda Mustafa İncekaş ve rahmetli Orhan arkadaşım vardı.

- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?

Kimseye yük olmayacak kadar yaşamak isterim. Uzun yaşamaktan ziyade anlamlı ve yararlı bir yaşamı tercih ederim.

YA TRUMP PAPA OLURSA?

Bu soruyu yapay zekaya sordum. İşte cevabı:

Trump’ın Papa olması, hem dini hem de politik açıdan imkânsız ve absürt bir senaryo. Papa seçilebilmek için Katolik Kilisesi’nde kardinal olmak, Katolik inancına bağlılık ve uzun bir dini kariyer gerekiyor.

Eğer bu bir şaka ya da hipotetik senaryo olarak düşünülüyorsa, Trump’ın Papa olması küresel çapta kutuplaşmayı artırabilir.

Katolik dünyasında ciddi bir saygısızlık olarak görülebilir, özellikle de Papa Francis’in vefatından kısa süre sonra böyle bir fikrin ortaya atılması hassasiyetleri zedeleyebilir.

Sosyal medyada paylaştığı yapay zeka destekli Papa kıyafetli görsel bile büyük tartışma yarattı; Katolikler ve bazı muhafazakârlar bunu “saygısızlık” olarak nitelendirdi.

Trump’ın liderlik tarzı, Katolik Kilisesi’nin manevi ve birleştirici misyonuyla taban tabana zıt. Onun politikaları (örneğin göçmen karşıtlığı) Papa Francis ile sık sık çatışmıştı. Papa olsa, muhtemelen Kilise’nin geleneksel yapısını sarsacak radikal değişiklikler önerirdi, bu da hem dindarları hem de küresel toplumu bölerdi. Öte yandan, destekçileri bunu bir “trolleme” zaferi olarak görebilir, ama bu da kaosu körükler.

Kısaca, Trump Papa olsa, bu bir distopya komedisi olurdu: Vatikan Beyaz Saray gibi yönetilir, Twitter’dan fetva benzeri açıklamalar gelir ve dünya hem şok hem de kaos içinde kalırdı. Ama merak etme, bu sadece hayal gücüyle sınırlı bir fantezi!