“Biz devrim ateşi içinde bir sevda yaşadık. Bu sevda öylesine kolay ve doğal gelişen bir insan gerçeğiydi ki birileriyle paylaşırsak bozulacak, kirlenecek diye ürküyorduk.”
Kor Kitap, inanılmaz bir işe imza attı. 60 yıl sonra bir sevdayı, o sevdanın tarafının anlatımıyla önümüze koydu. Bitmesin diye yavaş yavaş okumaya çalıştığım, “peki ya sonra” diyerek dayanamayıp içine gömüldüğüm bir kitap.
Aralık 1966...
Aygün Kevrina hukuk fakültesinin arka kapısında arkadaşıyla ayrılır. Aksaray’a doğru yürür. Soldaki sokağa sapar ve FKF’nin kapısını bulur. Hava soğuktur, ara ara yağmurlu. FKF’de görüşmesini yapar, çıktığında elektrikler kesiktir. Dar merdivenlerden duvara tutunarak inerken, tökezler ve aşağı doğru uçar. Girişi karartan kişinin üzerine düşer. O kişi Aygün’ün duvara sürtünen bileklerine bakar, elini bırakmadan eczaneye götürür. Sıyrıklar temizlendikten sonra deniz kıyısına giderler. Aygün hiç karşı çıkmaz. Güneş batmak üzeredir. Genç adam aniden slogan atmaya başlar, “Haydi denize karşı bağır” der, “Tam Bağımsız Türkiye.”
Genç kadın bağırır ama beğendiremez. “Kedi gibi miyavlama” diye azarlanır. Sonunda genç adamın istediği kıvama gelir. Adam, kadına “Güneş senin gözlerinde batıyor” der. Ne olursa bu ilk karşılaşmadan sonra olur.
Sonra git-gel’ler, “Seni uzaktan izleyeceğim, kafam karışıyor, bu dönemde öncelik devrim olmalı” sözleri.
Aşk ateşi içlerine girmiştir bir kez...
“Gözleri bal, saçları bal, kokusu bal sevdiğim benim” diye seslenen kişi Deniz Gezmiş’tir. “Sana sarılamadığım için kollarım boşuna yaratılmış gibi geliyor bana” diyen de...
Ya yolda ya da vapurlarda buluşuyorlardı. Okudukları kitapları birbirlerine aktarıyor, dergi alışverişi yapıyorlardı. Vapurdan sonra Deniz, Aygün’ü eve bırakıyor. Yol boyu ona bir sevda masalı anlatır gibi devrimi anlatıyordu.
6. Filo protestosunun ardından Deniz, Aygün’e bir adres verdi. Kalabalıklarda birbirimize herhangi biri gibi davranmak ne büyük ikiyüzlülük demişti.
Artık sevdaları acı çekmeyecek, ertesi gün Aygün o adrese gidecekti.
O gece, oracıkta biri Aygün’ün karşısına çıksa ve “Onu birkaç yıldan önce bir daha göremeyeceksin, görsen bile seni tanımayacak ve çok acı çekeceksin” deseydi, onu boğardı, böyle yazıyor kitapta.
Kara günler başlamıştı, cehennemin kapısı açılmıştı.
Kitabı alıp, mutlaka okumalısınız.
‘Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım’, sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda bir kuşağın politik bilinçlenme sürecinin duygusal arka planını da ortaya koyuyor.
42 yıl boyunca gizlenmiş, özenle saklanıp korunmuş bu karşılaşmanın 60 yıl sonra tarihe düşülmüş notu, yarım kalan bir sevdanın gözü kara günlüğü olarak da okuyabileceğiniz bu kitabı yazmak için Aygün Kevrina’nın kendisiyle ne kadar mücadele ettiğine de tanıklık edeceksiniz.
Bu arada kitap şimdiden tartışılmaya başlandı bile. T24 yazarı Hayri Cem, bu aşkı sormak için Deniz Gezmiş’in en yakın arkadaşlarından biri olan Mustafa Lütfü Kıyıcı ve eşi Hale ile görüştü. Aygün Kevrina’yı tanımadıklarını söyleyen çifti, Deniz Gezmiş’in diğer arkadaşları da doğrulayarak, “Deniz böyle bir aşk yaşasaydı mutlaka kendileriyle paylaşacağını özellikle vurguladılar” dedi.
Belli ki çok tartışılacak... Tavsiye ederim.
En sevmediğim 3 hareket: Sonradan görmeler, düşüncesinden dönenler ve siyasette saçını boyayan erkekler
Bugün ‘Apolitik’ soruları Eski Devlet ve Kültür Bakanı, 25. Ve 26. Dönem Mersin Milletvekili Fikri Sağlar yanıtladı.
- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Akşam geç saatlere kadar okur ve dinlerim. Özellikle çeşitli insanların aynı konudaki farklı yorumları beni epey düşündürür. Sabah uyandığımda önce pencereden ağaçları seyreder, sonra dünü kafamdan geçiririm. Genellikle müzikle uyanmaya çalışırım. Her türlü melodi bana yaşadığımı hatırlatır. Her güne büyük bir heyecanla başlıyorum. Dünü unutmadan, yarını düşünüyor, ona göre bugünü planlıyorum.
Kucağında oğlu Erdal Yanki ile...
- En son hangi kitabı okudunuz?
Yaşar Kemal’in romanlarını yeniden okumaya başladım. Elimdeki son okuduğum ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana.’ Yaşar Kemal bizim en büyük edebiyatçımız. Aslında dünya onu ‘en iyi anlatıcı’ olarak tanır... Bu romanında insanların sürgün edilişleri, yaşadıkları yerleri terk etme, yeni yaşam biçimiyle çatışma, duygularıyla gerçeklerin arasına sıkışma, her an ve her olayda yeni şeyler öğrenebilmenin acı gerçekleriyle hesaplaşma... Yaşar Kemal, duygusal ve gerçekçi bir dille, renkli tasvirlerle yaşamı yeniden anlatıyor. Tekrar heyecanla okuyorum. Genellikle bir kitaptan zevk aldığım ya da okumaktan yorulduğum zaman, okuduğumu düşünmek, yorumlarımı sürdürmek ve öğrendiklerimi sindirmek için ikinci bir kitabı da yanımdan ayırmıyorum. Şu anda ödüllü yazar, Osman Şahin’in ‘Son Yörük’ adlı kitabını Yaşar Kemal’le birlikte okuyorum.
Hayatımın geçtiği Toros yöresinin kültürü benim de kendimi ifade ettiğim bir yaşam biçimi. Sahip olduğum kültürü onun kaleminden okumak beni olağanüstü mutlu ediyor.
- En son hangi filmi izlediniz?
Eşimle birlikte sinema ve tiyatroyu izlemek bizim için çok önemli bir sosyal faaliyet. En son ‘Oscar alan Anora’ filmini seyrettim. Eski Western filmlerini seyretmekten mutluluk duyuyorum. Galiba çocukluğumu bana hatırlatıyor. Nostaljik ama bir o kadar da keyif verici. Geçen akşam John Wayne filimi olan ‘Red River’ filmini TV’de tekrar izledim. Yaşamın sıkıntılarından kaçmak için bu tür filmler ilgimi çekiyor. Aslında zaman buldukça, farklı ülkelerin sinemasından örnekler izlemeye çalışıyorum.
Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken...
- En sevdiğiniz ses ne sesi?
Bana göre güzel ses, kadın sesidir. Tabii en güzeli de eşimin sesidir.
- En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Ruhi Su; ‘Bilmem Şu Feleğin Bende Nesi Var’, Edip Akbayram; ‘Hasretinle Yandı Gönlüm’, Nat King Cole; ‘Love’.
- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Neşet Ertaş’ın ‘Ne Söyleyeyim Şu Dünyanın Haline, Dağlar Ayrı Ayrı/ Çöl Ayrı Ayrı/ Şu İnsanlar Bölmüşler Dünyayı/ Hudut Ayrı Ayrı, Yol Ayrı Ayrı...’
- Aşka inanır mısınız?
Evet. Aşk duyguyla aklın bir arada yürüdüğü ve sarılmanızı, hissetmenizi sağlayan en güçlü sevgi çimentosu.
- Kırmızı çizginiz nedir?
Yalan, yapaylık, yalakalık.
Eşi Serap, oğlu Erdal Yankı ve kızı Gerçek ile...
- En sevdiğiniz yemek?
İçli köfte.
- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Öyle bir yemek yok. Çünkü Galatasaray Lisesi’nde yatılı okudum.
- Sizi ne heyecanlandırır?
Çok sevdiğim eşimi üzmek. Çocuklarımın seyahate çıktığından gidecekleri yere varmalarına kadar müthiş heyecan duyarım.
- Yağmur mu, güneş mi?
Ben Mersinliyim. Hep güneşi görüyorum. Bu nedenle yağmur beni sakinleştirir ve mutlu eder.
- Güz mü, ilkbahar mı?
Güz. Yaprak dökümü ayrı bir romantizme sürükler.
- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Sonradan görmeler, düşüncesinden dönenler ve siyasette saçını boyayan erkekler.
- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Bunu hiç düşünmedim. Geçmişte söylemek istediklerimi herkese ve her vesileyle söyledim. Aslında bir kimsenin yüzüne söyleyemediklerimi hiçbir zaman arkasından söylemedim. Bu nedenle içim rahat.
- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Telefonsuz yaşama hasretim. Birçok kez bırakmayı denedim. Çok zorlandım. Şimdi bir de torunum Arya var. Ben her sabah kahvaltı masasında kızım Gerçek ile eşi Kürşat’ı ve oğlum Erdal Yankı ve gelinim Öykü Balım’ı arar güne onların sesini duyarak başlarım. Sağlıklı olmaları benim en büyük zenginliğim. Ben aramazsam özellikle kızım beni bulur. Şehir dışındaysam eşimle birkaç kez konuşmadan duramam. Bu nedenle telefon yaşantımızda önemli yer alıyor.
- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Yine Fikri Sağlar olmak isterdim. Kimsenin yerinde gözüm yok(!)...
- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Çocukluğumda mandolin, gençliğimde ise gitar çalmaya çalıştım; olmadı.
- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Yaş önemli değil, önemli olan dolu dolu yaşamak ve kimseyi zora sokmadan ölmek.