Dün, yani 1 Mayıs.

Her sabah olduğu gibi işe gittim, Sarıyer’de oturduğum için trafikten, kapalı yollardan etkilenmedim.

Asansöre bindim.

Genç bir erkek, sanırım 20’lerinin başında...

Tanışmıyoruz, zaman zaman asansörde karşılaşıyoruz ama.

Yüzüme baktı ve “3.5 saat” dedi.

“Ne 3.5 saat” dedim.

“Şişli’den Maslak’a tam 3.5 saatte geldim.”

“Gaz yedin mi?” diye sordum.

“Hayır” dedi. Buna da şükür dedik.

Sonra “Ben çok gencim, gururuma dokunuyor, hiç hayal kuramıyorum, neden bu kadar düşmanca davranılıyor bize?” diye devam etti.
Sadece “sağlam dur” diyebildim.

Asansör 16. katta durdu, ben indim, o devam etti.

Tüm gün aklımda bu cümle vardı: “Ben çok gencim, gururuma dokunuyor, hiç hayal kuramıyorum, neden bu kadar düşmanca davranılıyor bize?”

Sahi neden?

Bu gençler neden TOMA’yla bu kadar içli dışlı olmak zorunda.

Onlar ‘sevilmek, sayılmak, değer görmek’ istiyor.

Hayal kurmadan yaşayan bir gencin geleceği olur mu?

O gencin yaşadığı ülke ileri gidebilir mi?

Kendimi düşündüm. 53 yaşındayım, hayatım boyunca resim yapmak, yazmak gibi meşguliyetlerim oldu. En zor zamanlarımdan çalışarak ve sanatla ilgilenerek çıktım.

Şimdilerde kendimi sürekli şöyle düşünürken yakalıyorum:

“Yeni boyalar alsam, resme başlasam...”

Sonra duruyorum, “Amaaaan yapsam ne olacak” diyorum.

Bilgisayarın başına oturuyorum, tam ortalarına geldiğim ama bir senedir hiçbir şekilde ilerleyemediğim romanımı yazmak için o dosyayı açıyorum. Yandan bildirimler çıkıyor.

“Son dakika” diyor ve yine bir felaketi haber veriyor.

Düşüyorum. O haberlere bakmaya başlıyorum. Zaten yayınlar var, oturup önünü arkasını araştırmaya başlıyorum.

Diğer dosyayı yani romanı kapatıyorum.

Bu  cümle şu: “Bu roman hayatın kendisinden daha basit, yeni bir hikaye bulsam iyi olacak.”

Bir akşam arkadaşlarım çağırıyor, “Hadi biraz laflayalım, şurada yemek yiyelim” diyor.

“Tamam” diyorum, havam değişir.

Ancak gün içinde olan biten enerjimi öylesine yiyip bitiriyor ki, “Kusura bakmayın kızlar, ben bitiğim, eve gidip uyuyacağım” diyorum.

Öyle bir sıkışmışlık hali hâkim ki üzerimizde aslında buna ‘hayatsızlık’ diyebiliriz.

Yaşamıyor, robot gibi çalışıyor, enflasyon canavarına mama yetiştirmeye çalışıyor, geri kalan zamanda enflasyonla gelen kötülüklere ‘vah’lanarak geçiriyoruz ömrü.

Yazık bize, en çok da gençlere...

Atatürk’ün, Cumhuriyeti kuran kadrosunda unvan gözetmeksizin olmayı isterdim

Bugün ‘Apolitik’ soruları Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Milli Merkez Sözcüsü Ufuk Söylemez yanıtladı.

- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?

Güne, sabah çayı eşliğinde, 6 ulusal gazeteyi detaylı bir biçimde okuyarak başlarım. Bunun yanı sıra, sabahın zihin açıklığında İnternetten iç ve dış haberleri ve gelişmeleri takip ederim.

- En son hangi kitabı okudunuz?

En son, 2001 krizinde, bir kamu bankasının genel müdürü olan Yenal Ansen’in para ve döviz piyasalarında yaşananları anlattığı “2001 Arı Kovanı” isimli kitabını okudum. Kitap, 2001 krizinde kamusal sermayeli bankalara yapılan haksızlığı ve propagandayı gerçekçi bir biçimde anlatıyor.

- En son hangi filmi izlediniz?

Son günlerde, “Takıntılar” isimli Türk filmini izledim. Film, çok eğlenceli ve zekice yazılmış bir senaryoya dayanıyordu. Yaşam stresinden kurtulmak ve gülmek isteyenlere tavsiye ederim. Bunun dışında, “The Billion Dolar Code” isimli 4 bölümlük bir dizi de izledim. Yıllar önce iki Alman arkadaşın kurduğu “Art + Com” isimli şirketin, bugün “Google Earth” olarak bilinen ve kullanılan İnternet uygulamasını “İntihal” ettiği iddiasıyla, Google şirketine karşı açtığı davayı konu ediyor. Yeni ekonomiye ilgi duyanlara da tavsiye ederim.

- En sevdiğiniz ses ne sesi?

Küçük torunlarım Can ve Lila’nın sesleri.

- En çok dinlediğiniz üç şarkı?

Ali Ekber Çiçek’ten “Ağlama Gözlerim, Mevlam Kerimdir” türküsü, Volkan Konak’tan “Aleni-Aleni” şarkısı, Zeki Müren’den “Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin” şarkısı.

- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?

Ayten Alpman’ın seslendirdiği “Bir Başkadır Benim Memleketim” şarkısı. Güzel ülkemize çok yakışıyor.

- Aşka inanır mısınız?

Kesinlikle inanırım.

- Kırmızı çizginiz nedir?

Özgürlük, laiklik ve tam bağımsız Türkiye.

- En sevdiğiniz yemek?

Kadınbudu köfte ve Barbunya pilaki ikilisini çok severim. Ama hamur işlerine de asla hayır demem.

- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?

Pek yok sanki çünkü iştahımın maşallahı var.

- Sizi ne heyecanlandırır?

Yüksek Divan Kurulu Üyesi olduğum takımım, Fenerbahçe’nin şampiyonluğu.

- Yağmur mu, güneş mi?

Güneş.

- Güz mü, ilkbahar mı?

Tabii ki İlkbahar. Bahar geldiğinde ben de doğa gibi coşkulu olurum.

- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?

Maalesef üçten fazla var ama ilk 3’ü riyakarlık, oportünistlik ve kibir.

- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?

Rahmetli anne ve babama onları çok sevdiğimi ve benim için yaptıklarına müteşekkir ve minnettar olduğumu söylemek isterdim.

- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?

Yıllar evvel, genç bir TC Ziraat Bankası Müfettişi iken, Kars’ın Digor ilçesinden Ankara’ya, evimize PTT’den “yıldırım koduyla” bağlanabilmek için yaklaşık iki saat beklemek zorunda kaldığımdan olsa gerek, bugün teknoloji sayesinde cep telefonu artık yaşamımın bir parçası olduğu için üç günlük telefonsuzluk benim için ancak iyi bir “detoks” olabilir.

- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?

Atatürk’ün, Cumhuriyeti kuran kadrosunun içinde unvan gözetmeksizin olmayı çok isterdim.

- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?

Çocukluğumda mandolin, gençliğimde saz çalmışlığım vardır. Bateri ve kanun çalmayı da isterdim. Bu enstrümanları çalabilenlere da hayranım doğrusu.

- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?

Vallahi, hayat çok güzel. Ama dedikleri gibi “hayat bir gün, o da bugün...” Akıl ve beden sağlığım yerindeyken ve de hayat benden vazgeçene kadar yaşamak isterim.