İstanbul nihayet kara kavuştu! Yıllardır hasret kaldığımız o beyaz örtü, şehre kısa da olsa uğradı ve hepimizi çocuk gibi sevindirdi. Tamam, belki eski kışlar gibi günlerce sürmedi ama olsun, en azından “İstanbul’a bu yıl kar yağdı mı?” sorusunu sormayacağız. Beton yığınları arasında doğanın bize sunduğu bu küçük mucizeler bile kıymetli artık. Kim bilir, belki seneye biraz daha cömert davranır.
Şubat ayı da bitmek üzere... Önümüzde Ramazan var. Eskiden Ramazan, mahallede davulcunun sesiyle sahura kalkılan, komşuların birbirine tabaklar dolusu yemek gönderdiği, akşamları kalabalık iftar sofralarının kurulduğu bir dönemdi. İnsanların sahurdan sonra bile bir araya gelip sohbet ettiği, iftar davetlerinin samimi ve gösterişten uzak olduğunu günlerdi.
Şimdi ise modern hayatın koşturmacası içinde Ramazan ruhu biraz eksilmiş gibi. Sahurda telefon ekranlarına dalanlar, iftarlarda sofradan hemen kalkanlar çoğaldı. Kalabalık iftar davetleri, yerini sosyal medyada paylaşılan yemek fotoğraflarına bıraktı. Eskiden “fakiri gözetmek” Ramazan’ın temeliyken, şimdi lüks restoranlarda verilen iftar davetleri konuşuluyor. Paylaşım sofralarından, sosyal medya paylaşımlarına evrilen bir Ramazan...
Yine de Ramazan, hâlâ birlik ve beraberliğin en güzel yaşandığı dönemlerden biri. Sadece mideyi değil, ruhu da arındıran bu ay, merhameti, sabrı, hoşgörüyü ve paylaşmanın önemini bize hatırlatıyor.
Uzmanlar Ramazan’da sağlıklı bir oruç için dengeli beslenmenin, iftar ve sahurda aşırıya kaçmamanın önemli olduğunu belirtiyorlar. Sahuru atlamamak, protein ve lif açısından zengin gıdalar tüketerek gün boyu enerjiyi korumak gerektiğini söylüyorlar.
İftarda ani ve hızlı yemekten kaçınıp hafif bir başlangıç yapmak, mideyi yormamak için aşırı yağlı ve şekerli gıdalardan uzak durmak gerektiği zaten artık hepimizin malumu. Gün boyunca susuz kalan vücudu dengelemek için iftar ile sahur arasında bol su içmek gerekiyor.
Ayrıca, ağır yemekler sonrası halsizliği önlemek için hafif egzersizler yapmak da sindirimi destekliyormuş. Yani Ramazan’ı hem ruhen hem bedenen sağlıklı geçirmek istiyorsak, ölçüyü kaçırmadan, bilinçli beslenmek gerekiyor.
Güne gün ışığıyla başlamaya az kaldı!
Uzun zamandır karanlıkta uyanmanın, gün ışığına hasret kalmanın ağırlığını yaşıyoruz. Sabahları alarm çaldığında vücut hâlâ gece modunda, gözlerimizi açmakta bile zorlanıyoruz. Çünkü biyolojik saatimizle saatler arasında büyük bir uyumsuzluk var.
Oysa yaz ve kış saati uygulaması devam etseydi, 2024 yılı için saatler 31 Mart Pazar günü gece 03.00’te bir saat ileri alınacaktı.
Ancak Türkiye’de 2016’dan beri sabit saat uygulaması olduğu için artık saatler değişmiyor. Neyse ki 31 Mart’tan sonra kış boyunca süren bu biyolojik karmaşa, en azından bir nebze düzelecek. Kış boyu çektiğimiz o ruhsuz sabahlar yerini biraz daha doğal bir ritme bırakacak. Ama asıl önemli olan, kalıcı olarak biyolojik saatimize uygun bir düzene geri döneceğiz! Çünkü biz ne kadar müdahale edersek edelim, doğanın ritmi değişmiyor.
Türkiye’nin 2016 yılında kalıcı yaz saatine geçmesi, hem biyolojik saatimiz hem de genel sağlık üzerindeki etkileri açısından hâlâ tartışılan bir konu. Yaz-kış saati uygulamasının kaldırılması, özellikle sabahları geç aydınlanma ve akşam geç kararma nedeniyle birçok insanın biyolojik düzenini bozdu.
Peki, bilim ne diyor? Sabahları karanlıkta uyanmak, melatonin hormonunu baskılayarak uyku düzenimizi bozuyor. Sonuç? Kronik yorgunluk, depresif ruh hali, dikkat eksikliği... Özellikle çocuklar için durum daha da sıkıntılı; sabahın köründe, kapkaranlık yollarda okula gitmek zorunda kalıyorlar. Beyin gün ışığına ihtiyaç duyduğu için, yeterli aydınlanma olmadan başlayan günlerde derslere odaklanmak zorlaşıyor, öğrenme kapasitesi düşüyor. Aynı durum çalışanlar için de geçerli; gün ışığında başlanan bir iş gününde daha yüksek verimlilik gözlemlenirken, karanlıkta başlayan günlerde verimliliğin düştüğü biliniyor.
Birçok araştırma, biyolojik saatimize uygun bir gün başlangıcının hem zihinsel performansı hem de genel sağlığı iyileştirdiğini gösteriyor. Kalıcı yaz saati uygulaması ise tam tersine, bu doğal döngüyü altüst ediyor.
Saatlerin ileri veya geri alınması her ne kadar yorucu görünse de, biyolojik ritmimize uygun bir geçiş sağladığı için uzun vadede daha sağlıklıydı. Uzmanlara göre kış saati uygulamasının kaldırılması, özellikle sabahları vücudun doğal dengesini bozarak yorgunluk, depresyon, uyku problemleri ve metabolik bozukluklara yol açabiliyor. Yani, doğa kendi ritminde ilerlerken, saatleri ona göre ayarlamamak aslında doğaya karşı bir mücadele gibi görünüyor.