Cahide Hayrunnisa Çiçek’in ‘Suriye’de Savaş Bölgesindeki Kadınların Hapishane Deneyimlerinin İncelenmesi’ başlığını taşıyan Yüksek Lisan Tezi’ni inceledim. 2011’de Suriye’de başlayan iç savaşta hapis cezasına mahkûm edilen kadınların deneyimlerini inceleyen bu araştırmada Çiçek, Azez bölgesinde yer alan Mare, Soran, Siccu ve Afrin’de kurulan çadır ve konteyner kentlerde, ayrıca zorunlu göçün ardından bu bölgelerde inşa edilen evlerde ikamet eden 18 Suriyeli kadınla mülakat gerçekleştirdi, gayriresmi hapishanelerde karşılaştıkları muameleler ve hapisten nasıl çıkarıldıkları, çıktıktan sonra savaş ortamında hayatlarına nasıl devam edebildiklerini ortaya koydu.
4 yıl 5 ay ile en uzun süre hapishane deneyimi yaşayan 28 yaşındaki Alvin Alassad, tutuklanma sürecini bakın nasıl anlatıyor:
“Esad askerleri ne yaptığımı bildikleri için bana pusu kurdular ve kontrol noktasında gözaltına alındım. Tutulduktan sonra Lijan Sahedia Şubesi’ne götürüldüm. Ardından Asker Güvenliği Şubesi’ne götürdüler ve 3 ay boyunca beni orada tuttular. Oradan da Adra Cezaevi’ne gönderildim. 3 buçuk yıl boyunca orada her türlü işkence, taciz ve tecavüze maruz bırakıldım. Adra’dan sonra Terör Ceza Mahkemesi’ne sevk edildim ve burada 23 yıla mahkum edilerek tutuklu yargılanmama karar verildi.”
Eşi öldükten sonra görümcesi tarafından istenmeyince başka yollar ararken tutuklanan diğer bir katılımcının anlattıklarına gelince...
“Şam’da oturuyordum. Eşim ölünce görümcem beni evine kabul etmedi. Paramız yoktu ve gidecek başka bir yerim de yoktu. Fırat Kalkanı Bölgesi’nde Şam’dan gelenlere kefaret olarak aylık 100 dolar veriyorlardı. Ben de çocuklarımla birlikte yeşil otobüslerle o bölgeye gitmeye karar verdim. Dördüncü kontrol noktasında çocuklarım 3 yaşındaki Hasan ve 1 yaşındaki İsmail ile gözaltına alındım. Suçumun ne olduğunu bilmiyordum. Üzerimizde ne eşya varsa aldılar, benim gözlerimi bağladılar, bir araca bindirdiler. Çocuklarımı dövdüler, onlara sarılmaya çalıştım ama ellerimi kelepçeyle bağlamışlardı. Çok ağlıyorlardı ve İsmail yerde havale geçirdi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Allah diye haykırmaya başladım. Oradaki askerlerden biri bana “Allah yok. Allah olsaydı seni buraya bırakır mıydı? Çocukların da görsün bakalım seni nasıl dövdüğümüzü” gibi inkâr içeren konuşmalar yaptı. Beni alt katta başka odaya koydular, orada işkence gören çok sayıda kadın vardı. Sorgu sırasında ben de çok eziyet çektim. Allah’tan çocuklarım küçüktü. İnşallah büyüyünce yaşadıklarımızı hatırlamazlar.”
Adra Hapishanesi’nde tutulan bir başka kadın, 1 yıl 30 gün boyunca her türlü işkenceye maruz kaldığını anlatıyor. Genital organına elektrik verildiği için hapisten çıktıktan sonra rahmini aldırmak zorunda kalmış. Önlerine cesetler konmuş, uzun süre kaldırmamışlar cesetleri.
2 yıl tek bir elbiseyle hapishanede kalan, hiç mahkemeye çıkarılmayan, kanlı yere çorba döküp, onu yalaması istenenler, 2 yıl hiç güneş yüzü görmeyenlerin yanı sıra Suriye zindanlarında hapsedilen tecavüze uğrayan kadınların dünyaya getirdiği çocukların hikâyelerini de bu tezde okuyacaksınız.
Kuşlar neye benzer, araba nedir bilmeyen çocuklar...
Çoğu akıl sağlığını yitirmiş.
Ben okurken bir kadın olarak gözyaşlarımı tutamadım. Zaman zaman ‘yansın bu dünya’ diye isyan ettim. Zulmü görmeyenlere, görmek istemeyenlere bir kez daha çok ama çok öfkelendim. Her nerede yaşıyor ya da yaşatılıyorsa, insansak bunu görmek zorundayız.
Elinize sağlık Cahide Hayrunnisa Çiçek. Yakında kitap olarak çıkacağını bildiğim çalışmanızın herkese ulaşması dileğiyle.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş ile ‘Apolitik’ konuştuk.
EN SON İZLEDİĞİM FİLM ’14 MAYIS SEÇİMİ’
Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Finans piyasalarına bakarım. Döviz, kripto vs...
Hüseyin Baş
En son hangi kitabı okudunuz?
Necip Hablemitoğlu’nun Bergama Dosyası kitabını ve eş zamanlı olarak birçok kez okuduğum Milli Ekonomi Modeli...
En son hangi filmi izlediniz?
14 Mayıs Seçimleri... İktidar olmak istiyormuş gibi yapan ama aslında olmak istemeyen bir muhalefeti anlatıyor.
En sevdiğiniz ses ne sesi?
Ben küçükken Akçaabat’ta köydeki evimizin önünde bir tütün damı vardı. Yağmur yağdığında onun altına saklanırdım. Oradaki yağmur sesini çok severdim.
En çok dinlediğiniz 3 şarkı?
Mustafa Sandal’ın şarkılarını dinlemeyi severim.
Türkiye’yi bugün en iyi anlatan şarkı hangisi?
“Ortalık karıştı düzen bozuldu yetiş Ya Muhammed yetiş Ya Ali.”
Hüseyin Baş’ın çocukluğu
Aşka inanır mısınız?
İnanırım.
En sevdiğiniz yemek?
Kuru Fasulye-Pilav, Döner.
Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Karnabahar
Sizi ne heyecanlandırır?
Birçok şeye heyecanlanabilirim. Saymak kolay değil ama en büyük heyecan, uğruna mücadele verdiğimiz şeylerin gerçekleştiğini görmeye başlamak.
Yağmur mu, güneş mi?
İzlerken yağmur, yürürken güneş.
Güz mü, ilkbahar mı?
İlkbahar.
İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Saygısızlık, vicdansızlık ve kibir.
Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Herkesin geçmişten beklentileri var, benimki bende kalsın.
Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Arkadaşımın telefonunu alırım.
Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Yine ben olmak isterim. Ancak zamanımı daha verimli değerlendiririm.
Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Amatör bir şekilde gitar ama bu aralar piyano eğitimi almayı düşünüyorum.
Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Çok uzun hayallerim yok. Çocuklarımın benim yokluğumu kaldırabilecekleri yaşa kadar yaşamayı isterim.
Oz Büyücüsü’nün 32 MİLYON dolarlık ayakkabısı ve bizden bir koleksiyoncu
Süperman kostümü ve Micheal Jackson’ın eldivenleri Emre Kamçılı koleksiyonundan sadece iki parça...
Wicked filmiyle tekrar gündeme gelen 1939 yapımı Oz Büyücüsü’nde Dorothy karakterinin giydiği yakut ayakkabılar canlı müzayedede rekor kırdı. Dallas’ta düzenlenen müzayedede 32 milyon dolara satılan yakut ayakkabıların yeni sahibinin kim olduğu henüz bilinmiyor. Bir film hatırası için ödenen en yüksek tutar olan yakut ayakkabıları görünce Türkiye’de bu işi yapan kimse var mı diye araştırdım. İsminin açıklanmasından çok da hoşlanmayan Emre Kamçılı adlı koleksiyonlerin elinde hatırı sayılır bir koleksiyon olduğunu öğrendim. Hatta ayakkabı satıldı ama kıyafetlerin onda olduğunu da biliyorum artık. Uzun zamandır eğlence dünyasının kültür mirasları olduğunu anlatmaya çalıştığını fark ettim. “Bir ayakkabıya 32 milyon dolar verilir mi” diye düşünmeyin. Bu ayakkabıyı ülkeye getiren yumuşak güç unsuru olarak kültür mirasına sahip çıkmış oluyor ve ülkenin turizm potansiyelini genişletiyor. Devletler bunları varlık fonları üzerinden kiralıyor. Kendisinin satmadığı, kiraladığı parçaları da var. Satmıyor, çünkü paha biçilmezler. En yakın zamanda görmek için sabırsızlanıyorum.
Bence Kültür Bakanlığı da görmeli.
Gazetecilik üzerine iki oturum
İki gün üst üste gazetecilik konuştuk. Birincisi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde 70 yıllık deneyimiyle ustamız Altan Öymen, meslektaşlarım Barış Terkoğlu ve Seyhan Avşar’laydı. Dosya haberciliğinin önemini, hayatı nasıl değiştirdiğini, cesaretin bulaşıcı olması gerektiğini tartıştık. Sayın hocam Nurşen Mazıcı’nın daveti bizi bir araya getirdi. Öğrencilerin umutsuz soruları karşısında üzüldüğümü belirtmeliyim. Şunu not düşmeliyim, bu işe başlayacaksak “Nasıl olacak da gazetecilik yapacağız” sorusunu hayatımızdan çıkarmak ilk adım olabilir. Bu noktada bir kitap da tavsiye edebilirim. Ryszard Kapuscinski’nin Deli Dolu Yayınları’ndan çıkan ‘Bu iş Siniklere Göre Değil: İyi Gazetecilik Üzerine Konuşmalar...”
Diğer buluşmamız Genel Sekreteri olduğum Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye’nin çok deneyimli gazetecilerin katılımıyla Bahçeşehir Üniversitesi ile birlikte düzenlediği ‘Medya Sempozyu’muydu. “Gazetecilikte Yeni Kariyer İmkanları: Teknolojinin Gelecekteki Rolü” başlığıyla düzenlenen sempozyumda Gazeteci Burak Ütücü bana ‘Gazeteciler Kahraman mıdır’ diye sordu. Başkanlığını İpek Yezdani’nin yaptığı IPI Türkiye Komitesi’nin kıymetli emeğiyle ortaya çıkan bu sempozyumdan ben de çok şey öğrendim. Gazeteci adaylarının ilgisiyle mutlu oldum. Acil olarak bizler onlara umut ve destek olmalıyız.