Birkaç yıl önceydi...

Olay Aydın İmam Hatip Lisesi’nde geçti...

Lisede Arapça öğretmeni olarak görev yapan E.S. 9-C sınıfına derse girdi. Öğrencilerden üçünün şalvarlı ve sarıklı olarak oturduklarını görünce “Ortaöğretim Yönetmeliği’nin” bunu yasakladığını belirterek sarıklarını çıkarmalarını istedi. Öğrencilerden M.H.K. öğretmenin üzerine yürüyerek aynen şu karşılığı verdi:

Sen benim sarığıma karışamazsın. Kadın başına konuşma, zaten saçın başın açık gelmişsin, kadın-madın demem döverim!..

Öğretmen “kolaysa döv” deyince de şu rezil karşılığı verdi:

O günler de gelecek!

Diğer çocuklar öğretmeni korumak için araya girdiğinde ise iyice öfkelenen M.H.K, bu kez de onlara bağırmaya başladı:

Eğer Müslüman iseniz karışmayın. Siz bunları bilmezsiniz, bunların dedeleri bizim dedelerimizi astı!

Olay büyüdü tabii, öğretmen şikayetçi oldu, Milli Eğitim, idari soruşturma başlattı, ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulundu...

Şimdi, bu olay bizlere, sizlere ne anlatıyor, ona bakalım... Şayet bu çocuğun geçmişine bakarsanız, parmak kadar olduğu devirlere bakarsanız, büyük olasılıkla Kuran kurslarından geldiğini, bir tarikat ile bağının olduğunu, hayatın gerçekliğinden ise tamamen kopuk olduğunu görürsünüz! Ne diyordu şeyhler, şıhlar, siyasal islamcılar:

Ağaç yaşken eğilir! 

 Parmak kadar çocuklar Kuran kursuna...

 Bugün, başında “Milli” sözcüğü bulunan eğitim bakanlığının geldiği nokta işte tam da burasıdır!..

-Herkes evine parmak kadar çocuklar Kuran kursuna!..

Neden bu düşüncede olduğumu birkaç örnekle anlatayım...

Corona virüs salgınının ortalığı kasıp kavurduğu günlerde ülke çapında yüz yüze eğitime ara verilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı ise daha önce verdiği “yıl sonuna kadar ara verme” kararını geri çekerek yeni bir karar açıkladı; Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü Kadir Dinç imzalı yazıda bakın ne deniyordu:

4-6 yaş ve ihtiyaç odaklı Kuran kurslarımızda yüz yüze eğitime ara verildiği malumlarınızdır. Ancak görülen lüzum üzerine kararın tahsisine ihtiyaç duyulmuştur.

Kısacası dünden itibaren 4-6 yaş arası minnacık çocuklar Kuran kurslarında yüz yüze eğitime başladı! Çok merak etmiştim; acaba “hangi lüzum” alınmış kararı iptal ettirmiş, çocuklar virüsün azdığı dönemde “yüz yüze eğitime” zorlanmıştı?

Halbuki pedagoglar bu yaştaki çocuklarla ilgili bakın hangi uyarıda bulunuyordu:

Küçük yaştaki çocuğa yüklenen bu tür eğitim, çocuğun ileriki yaşları için geri dönülmez zararlara yol açabilir!

Neden biliyor musunuz? Çünkü 4,5, 6 yaşındaki çocuklar henüz kendi başına düşünme, karar verme yeteneklerine ulaşmamıştır. Ne verilirse beynine işlenir. Arapça gibi karmaşık, yazımı zor bir dilde, üstelik dini konularda verilen herhangi yanlış bir bilgi, tevatür, “hadis” adı altında aslında tamamen gerçek dışı öğretiler çocuğun zihninde kalıcı olarak yerleşir ve gelecekteki yaşamını derinden etkiler. Tıpkı yukarıda anlattığım imam hatip öğrencisi örneğinde olduğu gibi.

Bugün, Türkiye’de 1 milyona yakın çocuğun tarikat yurtlarında, evlerinde eğitim gördüğü, biçimlendirildiği düşünülürse yukarıdaki cümle çok daha büyük bir anlam kazanır:

Ağaç yaşken eğilir!..

Milli Eğitim-Diyanet işbirliği!

Milli Eğitim bu işin neresinde peki?

Her yerinde, olmadığı yer yok ki! O günlerden bugünlere işler o kadar çığırından çıktı ki,

Açın bakın arşivlere, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yalnızca Diyanet ile değil, Ensar türü vakıflarla nasıl sarmaş dolaş işler yaptığını, eğitimin tam da içine sokulduğunu görmemeniz için kör olmanız lazım!

Milli Eğitim Bakanlığı daha yeni “dumanı üstünde” bir karar alarak okul öncesine mescit zorunluluğu getirdi; dikkat ediniz, okul öncesi denilince işin ucu kreşlere kadar uzanıyor!

Amaç çok açık, adeta gözümüze sokuluyor; biat kültürüyle yetiştirilmiş, korku, teslimiyet ve biat üçgeninde biçimlendirilmiş bir ahali yaratmak! Nereden mi biliyorum? Aslında yığınla örnek var ama bir tanesine bakalım:

MEB’in desteği ile öğretmenler için hazırlanan “Medeniyet Bilinci” seminerinde Abdülhamit’in batılılaşmaya karşı çıkarak İslam birliği fikrini güçlendirmeye çalıştığı anlatılırken, Cumhuriyetin kuruluşuyla ilgili olarak Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin doğduğu belirtilmiş, ne Kurtuluş Savaşı’ndan ne de Atatürk’ten bir kelimeyle bile söz edilmişti!

Bu ne demektir biliyor musunuz? Öğretmenlere “zinhar bu konulardan bahsetmeyeceksiniz” zorlamasıdır! Yaşken eğilmeyen varsa onlara “sopa göstermek” demektir! Türk çocuklarının, Türk gençlerinin ve sonuçta Türk Milleti’nin bilincini yok etme operasyonudur!

O öğrencinin öğretmenine söylediği “o günler de gelecek” sözlerinin hayata geçirilmesidir!