Gazeteci Yenal Bilgici sordu, Pskiyatrist Gülcan Özer yanıtladı.

Ortaya “Bu İlişkiyi Konuşmalıyız” adıyla konuşamadıklarımızın sorulduğu şahane bir kitap çıktı.

Elbette kitabın heyecanını, sürprizini kaçırmamak için burada çok fazla kopya vermeyeceğim. Ancak bir bölüm var, bence zamanın hastalığı olan narsisizmin ilişkileri nasıl etkilediğini anlatıyor. Farkında bile değiliz bazen, ancak okuduğunuzda etrafınızdakilere o gözle baktığınızda neyle karşı karşıya olacağınızı göreceksiniz. Burada sadece o bölümü anlatmak, gerisini sizin okumanıza bırakmak istiyorum.

Yenal Bilgici şahane bir gazetecidir. Yıllarca birlikte çalıştım. Yine şahane sorular sormuş sevgili Yenal. Gülcan Özer’in önceki kitaplarının editörüyüm, tanıdığınızda sıkı sıkıya sarılmak isteyeceğiniz bir dost ve çok akıllı bir kadındır. Bu iki isim birleşince ortaya çıkan şahane kitapta Yenal soruyor, “Neden bu kadar narsist var? Giderek daha çok narsist mi oluyoruz? Bir de kimdir bu narsist; ne yer, ne içer, nasıl ilişkiler yaşar?” diye. İşte Gülcan’ın cevabı:

“Narsist, kendisini büyük bir performansla pohpohlayacak birini arar. Beğenecek, onaylayacak, takdir edecek birini... Çünkü insanın benliğini bir cam kâseye benzetirsek o kâsenin üstü açıktır ve benlik bir şeyler ister, dışarıdan bir şeyler almaya ihtiyaç duyar. İnsanların elbette iç kaynakları da vardır, oradan da beslenir. Narsistin ise kâsesinin altı deliktir. Dolayısıyla çok fazla alması gerekir, çünkü hemen gider. Kâse doldukça boşalır. Havuz problemi gibi... Narsist de işte bu yüzden onu büyük büyük pohpohlayacak, ona hep hayranlık duyacak birini ister. Ama sıradan biri değil, kendisine layık bulduğu, onu taşıyabilecek, övgüsü ve beğenisi önemli biri olmalıdır bu. Şöyle bir laf var, çok kullanılan: Eşim beni taşıyabilecek biri olmalı. Mesela şu anlama gelir; “Ben kalabalık bir ailenin reisiyim, o da bir hanım ağa olmalı, sakin, sert, kararlı... Diziler bu örneklerle kaynıyor. İşte narsist kendisini taşıyabilecek birini arar. Sahiden taşıyabilecek birini arar, çünkü narsist onun üstüne binecektir.”

Gülcan Özer’e göre narsist herkesin etkilenebileceği bir figür olabilir. Çünkü ilgisini büyük bir gürültüyle gösterir. Bu çok kişinin kapılabileceği bir durumdur. Ancak burada doğru soru şudur: Narsist ile ilişkide kim kalır? Kim onunla yola devam eder?

Çok iyi bir soru değil mi?

Narsist sizi kendine çekebilir. Size büyük bir ilgi gösterir, ayaklarınızı yerden keser, lovebombing yapabilir. Çok nazik ve düşünceli davranabilir, sizi hediyelere boğar, çok iltifat eder. Kendinizi minarenin tepesinde hissedersiniz, hatta uçuyorsunuz gibi gelir. Eğer deneyimli değilseniz bunu aşk sanabilirsiniz. Ancak konu burada bitmez. Sizi büyük bir hızla yukarı çıkaran narsist, yine büyük bir hızla da aşağı atar. Bunu hissedersiniz. Kokusu havaya siner. Fazla gelir size. Her şey çok fazladır. Kafanız karışabilir, “Ne yapıyor bu adam, bu kadın?” diye düşünebilirsiniz. O noktada uyanabilirsiniz. Zaten ancak narsist sizi aşağı bıraktığında durumu fark edersiniz.

Herkes bir narsistin çekim alanına girebilir, ona kapılabilir ama onda kalanlar, onunla kalanlar kendilerine dönüp bakmalıdır. Çünkü birinden kurtulsanız öbürüne takılırsınız ve ‘Neden hep aynı tip insanlar beni buluyor?’ diye sorarsınız. Bu yanlış bir soru... Doğrusu şu: Neden ben hep aynı insanlara çekiliyorum.”

Gülcan Özer’in dikkat çektiği önemli bir konu daha var. 21. Yüzyıl’ın en büyük fetişinden bahsediyor: GÖRÜLMEK.

Hepimize bunun pompalandığını söylüyor, “Bu yüzyıl hepimizin şahsında ana karakter olma hevesiyle kafayı bozmuş bir şovmen yetiştiriyor. Ve çoğumuzun içi narsistlere göre daha hassas ekosistemlere sahip. Çoğumuz bu şovu kapalı kapılar arkasında taklit ederek yapıyoruz. Narsistler ise ulusa seslenir gibi yapıyorlar aynı şeyi. İddiası çok, gerçekliği az hikâyeler yaşanıyor” diyor.

Ezcümle, bu kitabı alın, okuyun. İlişkilere, yakınlarınıza ve en önemlisi kendinize bakışınız açısından fevkalade faydalı.

Arkadaşlarımızın özgürlüğü, ülkemizin hürriyeti, geleceğin güzel günlerini düşünmek beni heyecanlandırıyor

Bugün ‘Apolitik’ soruları CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik yanıtladı.

- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?

Güne mutlaka gazete okuyarak başlarım. Düzenli takip ettiğim iki gazeteyi ve köşe yazarlarını okurum, takip etmediğim gazetelerin manşetlerine de muhakkak bakarım.

- En son hangi kitabı okudunuz?

İstanbul Üniversitesi’nden değerli hocam Y. Doğan Çetinkaya’nın tavsiyesiyle Alp Yenen ve Eric Jan Zürcher’in derlediği, “100 Kesitle Cumhuriyet Türkiyesi’nin 100 Yılı” adlı kitaba başladım. Ancak adliye, emniyet, cezaevi arasında mekik dokumaktan ağır ilerliyorum.

- En son hangi filmi izlediniz?

Devam filmi olan The Platform 2. İlk film daha iyiydi.

- En sevdiğiniz ses ne sesi?

Su sesi... Türkü söylerken insan sesi.

- En çok dinlediğiniz üç şarkı?

Spotify’da tekrar dinle listemin ilk üç sıralamasını olduğu gibi aktarıyorum. Cem Adrian-Sen Gel Diyorsun, Ceylan Ertem-Son Bakış, İlkay Akkaya-Kurtuluş Yok Tek Başına.

- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?

Soruyu gördüğüm anda Nazım Hikmet’in Davet Şiirini Suavi’nin seslendirişi aklıma geldi. “Dört nala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı uzanan bu memleket bizim. (...) Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...”

- Aşka inanır mısınız?

Tabi ki inanıyorum. Aşk insanı insan yapan duygulardan bir tanesidir. Yaşamın her alanında vardır...

- Kırmızı çizginiz nedir?

Onurum. İnsan onuru.

- En sevdiğiniz yemek?

Makarna. Tavsiye değildir :)

- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?

Suşi yemem.

- Sizi ne heyecanlandırır?

Yeterince heyecanlı günlerden geçiyoruz bence :) Şu an en çok arkadaşlarımızın özgürlüğü, ülkemizin hürriyeti, geleceğin güzel günleri beni heyecanlandırıyor.

- Yağmur mu, güneş mi?

Kar :) 8 yaşına kadar Anadolu’da bir köyde yaşadım. Kışın kar yüksekliği 1-2 metreyi bulurdu. Kış eğlencemiz kardı. Kartopu ve ilkel yöntemlerle yaptığımız kızaklarımız tek oyuncağımızdı. Her kar yağışı bana çocukluğumdaki o güzel anıları hatırlatır ve beni heyecanlandırır.

- Güz mü, ilkbahar mı?

İlkbahar.

- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?

Bencillik, yalan ve kıskançlık.

- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?

Genel seçim akşamı özellikle genç arkadaşlarımız çok üzülmüştü. Umutsuzluğa kapılan her bir genç arkadaşa “Bu yenilgi, büyük değişimleri tetikleyecek, daha yeni başlıyoruz” derdim.

- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?

İnsanların telefonlarının sesi gündüzleri açık olur, geceleri uyumadan önce telefonlarını ya kapatır ya da sessize alırlar. Bizim için durum tam tersidir. Gündüzleri görüşme, toplantı ya da saha çalışmaları nedeniyle telefonumuzun sesi kısıktır, gece uyumadan önce telefonun sesini açar ve başucumuza koyarız. Çünkü gece başı derde giren, yardıma ihtiyacı olan birisi arayabilir. Veya son 170 gündür olduğu gibi biri gece yarısı veya şafak operasyonuyla bir arkadaşımızın kapısına birileri dayanabilir ve bu duruma yönelik aksiyon almamız gerekebilir. Bunu yanı sıra telefonlarımız normalden kat kat yoğundur. Telefonsuz verilen üç günün gecelerinde daha iyi uyuyabilirim. Gündüzlerinde ise sadece motosiklet kullanarak veya doğa yürüyüşleri yaparak zihnimi rahatlatırım.

- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?

20 yaşımdan beri ensemde bir söz yazar “Hasta la victoria siempre!” (Zafere kadar daima!) Bu söz Che Guevara’nın kararlılığını ve sonuna kadar mücadele azmini simgeler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizme karşı büyük mücadelesi de benim ve bu topraklarda çoğu insanın ilham kaynağıdır. Onlardan aldığım ilhamla yine Özgür Çelik olarak dünyaya gelmek isterim.

- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?

Uzun yıllar önce başlangıç seviyesinde gitar çalardım. Biraz pratikle 5-10 şarkı çalabilirim. Şiir okumayı severim. Nadiren de dost sohbetlerinde seslendirmeyi...

- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?

Önemli olan giderken geride kalanlarda iyi duygular bırakabilmek. İyi hatırlanmak... Kaç yıl süreceğinden çok, yaşadığım zamana kattığım değer ve zamanın bana kattığı değerler.