Adını koymanın bile aylar sürdüğü “Süreç” sonunda geldiğimiz nokta:

TBMM çatısı altında bir komisyon kuruldu kurulmasına ama...

Şu anda net olan tek şey, bu komisyonda kimlerin yer aldığı.

Adını bile daha yeni MHP duyurdu: Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu.

Ne nasıl çalışacağı belli...

Ne neyi konuşacağı...

Ne de bu konuşmaların kamuoyuna nasıl aktarılacağı...

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Komisyona gereğinden fazla yetkisi varmış gibi bakılıyor” diyor.

Kanun çıkarma yetkisi olmadığını, sadece öneride bulunabileceğini vurguluyor.

AKP ise sürece çok daha farklı bir ağırlık yüklüyor.

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, komisyonda “mahrem bilgiler” konuşulacağını belirtiyor ve çalışmaların basına kapalı yürütülmesinin uygun olacağını savunuyor.

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’ın açıklamaları ise sürecin başka bir boyutunu ortaya koyuyor:

Silahların tümden devre dışı bırakılmasıyla ilgili gerekli bazı çalışmaların, yasal düzenlemelerin komisyonda yapılacağını söylüyor.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın beklentisi çok daha basit.

“Devletten alamadığımız bilgileri komisyondan alabilir, milletimizi aydınlatabiliriz” diyor.

Ancak işin hukuki tarafı hala muğlak.

Çünkü bu komisyon, bir yasayla kurulmadı.

Bu nedenle birçok hukukçu, buradan çıkacak kararların herhangi bir yasal bağlayıcılığı olmayacağı uyarısını yapıyor.

Komisyonun öneri sunabileceği ama icra yetkisinin bulunmadığı belirtiliyor.

Bunca belirsizlik içinde ilk toplantı Salı günü yapılacak.

Ama sürecin başından beri yanıtlanmamış bazı kritik sorular, hala ortada duruyor:

 Bu süreci gerçekten kim başlattı?

MHP lideri Devlet Bahçeli ilk açıklamayı neden yaptı?

Perde arkasında kimlerle görüşüldü, kimler ikna edildi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreçten en başından beri haberdar mıydı, yoksa gelişmeleri sonradan mı sahiplendi?

Terör örgütüyle ilk temas ne zaman kuruldu?

Süreç, kamuoyuna yansımadan önce hangi aşamalardan geçti?

Ve belki de en yakıcı, en belirleyici soru:

Bundan sonra ne olacak?

Bu süreç toplumu birleştirecek mi, yoksa yepyeni bir kutuplaşma mı başlatacak?

Çocuklarımızı kim koruyacak?

Mattia Ahmet Minguzzi cinayetinin ardından yaşananlar, Türkiye’yi bir kez daha aynaya bakmaya zorladı.

Ailenin tehdit edilmesi... Mezarın tahrip edilmesi... Sosyal medyaya yansıyan dehşet görüntüleri...

Artık herkes aynı soruyu soruyor:

Türkiye’de çocuklar neden top peşinde değil de bıçak ve silah peşinde koşuyor?

“Çocuk çocuktur.”

Ama ellerine o bıçakları, o silahları veren koşulları sorgulamak da bu ülkenin devletine, hukukuna, eğitim sistemine düşer.

Yeni açıklanan TÜİK verileri bu sorgulamayı daha da yakıcı kılıyor:

Güvenlik birimlerine getirilen çocukların karıştığı olay sayısı, 2024’te bir önceki yıla göre %9,8 artarak 612 bin 651’e ulaştı.

Bu çocukların %40’ı yaralama, %16’sı hırsızlık, %8’i uyuşturucu, %4’ü tehdit, %4’ü genel tehlike yaratan suçlarla ilişkilendirildi.

Rakamlar bir yana, bu tablo toplum sözleşmesinin çöküşüdür.

Vatandaş, belirli haklarından feragat eder, devlete yetki verir.

Karşılığında devletten güvenlik, adalet, gelecek bekler.

Ama bugün...

Bu sözleşme ağır ihlal altında.

Ne geleceğimizin güvencesi kaldı.

Ne adalet duygumuz yerinde.

Ne doğayı koruyabiliyoruz.

Ne de çocuklarımızı...

Üstelik çocuklar yalnızca ekonomik değil; kültürel, zihinsel, ahlaki olarak da korumasız.

Yoksul çocuklar suç örgütlerine, tarikatlara, radikal yapılara karşı yapayalnız.

Geçtiğimiz aylarda röportaj yaptığım Emekli Cinayet Büro Amiri Savaş Kurtbaba’nın sözleri hala kulaklarımda çınlıyor.

Esenler, Bağcılar, Küçükçekmece gibi ilçelerde 15-25 yaş arasındaki çocuklar 50 bin lira için insan öldürüyor.”

“Bir silahları var. Nöbetçi silah gibi... O gece kim işe gidecekse o alıyor, işi bitirip dolaba koyuyor. Ertesi gün bir başkası alıyor. Sistem bu.”

Bu sistemin adı: Çürüme.

Bu düzenin adı: Yokluk içinde vahşet.

Bu haftanın bir başka çarpıcı gelişmesiyle karşılaştık:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “milli güvenlik” gerekçesiyle grev kararı alan maden işçilerinin grevini erteledi.

Oysa sormak gerekiyor:

Bir çocuğun suç örgütünün eline düşmesi, milli güvenlik sorunu değil de nedir?

Bir toplum, çocuklarını koruyamıyorsa geleceğini nasıl inşa edecek?