Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye-AB ilişkileri hakkında Fransız televizyonu France 24’e değerlendirmelerde bulundu, “Genel olarak Türkiye ve Avrupa, özellikle Türkiye ve Fransa, Sarkozy öncesi çizgiye dönülmesi lazım” dedi. Fidan, Sarkozy dönemine kadar, Avrupa’nın iki büyük ülkesi olan Almanya ve Fransa’nın siyasi liderlerinin, Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik bir adım olarak gördüğünü ifade etti.

Fidan, Sarkozy dönemiyle birlikte Türkiye’nin üyeliğinin, iç siyasetin bir parçası olarak ele alındığını söyledi, “Eğer Türkiye 2007’de veya 2008’de Avrupa Birliği’ne üye olsaydı... Çünkü o zamanlar altın zamanlardı. Çünkü Türkiye’ye bu net yol haritası verildiğinde, AB reformları yoldaydı ve başka hiçbir uluslararası aktör Türkiye’yi tehdit etmiyordu. Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliği tarafından ne kadar iyi davranıldığı ve liyakate dayalı sürecin yolunda olduğunu biliyorlardı ama daha sonra Türkiye’nin üyeliği, Avrupa siyasetinin içindeki kimlik siyaseti tartışmasının bir parçası haline geldi” diye konuştu.

Sarkozy, 2007’de Fransa Cumhurbaşkanı seçildiğinde Türkiye’nin AB üyeliğine karşı açıkça muhalefet etti. Sarkozy’ye göre Türkiye, Avrupa’nın coğrafi ve kültürel kimliğine uygun değildi.

Von der Leyen, geçen ay Ankara ziyaretinde Türkiye’nin aday ülke olduğunu sadece bir kez vurguladı. O da konuşmanın sonunda. Müzakere süreci ise konuşmasının konusu olmadı.

Sarkozy dönemine kadar Almanya ve Fransa’nın liderleri neden Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik bir adım olarak görüyordu da, şimdi cümle içinde dahi kullanmıyor, sayalım.

Her ağzını açan içeri tıkılıyor, hakkında hiçbir delil yokken insanlar yıllarca hapis yatıyorsa, liyakat aranmıyor, o ülkenin insanı vatanından kaçar gibi uzaklaşıyorsa, insan onuru hiçe sayılıyor, kamu kaynakları denetlenmiyor, beşli çete diye bir şey normalmiş gibi herkesin diline pelesenk oluyorsa, adil bölüşüm rafa kalkmış, barınma hakkı bile elimizden kayıp gidiyorsa, bir ülkede 11 ayda en az 375 kadın katlediliyorsa, bu yüzyılda okullarda çocuklara ÇEDES projesi diye ‘ölmüş anne maketi başında ağıt yaktırılıyorsa’, o çocuklar bunun karşısında aldıkları eğitim kalitesi, artı beslenemedikleri için okuduklarını anlayamıyorsa, bakanlar dahi laikliği hedef alabiliyorsa, bir ülkenin bebekleri para için öldürülüyor, tecavüze uğruyor ve o ülkede kimse hesap vermiyorsa, kara para sosyal medyada fink atıyorsa, Kopenhag kriterlerine ayar verip, ‘Ankara kriterleri’ uyduruluyorsa, hukuk kişiye göre karar verip, AİHM kararları uygulanmıyor, Avrupa Konseyi hiçe sayılıyorsa, halkın iradesine kayyım atanıyor, gazeteciler ömrünün yarısını adliyede yargılanarak geçiriyorsa, kim Türkiye’nin üyeliği söz konusu olduğunda sadece ‘kimlik siyaseti tartışmasının bir parçası haline geldi’ diyebilir ki?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son zamanlarda AB konusundaki çıkışlarını olumlu buluyorum. Ancak liyakate dayalı bir üyelik yolunun açılması gerektiğini söylerken biraz içeri bakmasını dilerim. Kimlik siyaseti işin bir parçası mutlaka ama Türkiye’nin demokratikleşmesi, kuvvetler ayrılığının önemini ve laikliğin onu bölgede nasıl pozitif ayrıştırdığını hatırlaması gerekir. Umarım hatırlar.

“Bateri çalacağım, Meclis’teki gerginliği atmak için iyi bir enstrüman”

Bugün ‘Apolitik’ soruları  CHP Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu yanıtladı.

- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?

Mümkünse kendimle baş başa bir 15-20 dakika, biraz nefes egzersizi ile günün planlanması.

- En son hangi kitabı okudunuz?

Aynı anda 2-3 kitap okuyorum eskiden beri. Benazir Butto’nun otobiyografisi Doğunun Kızı, zaman zaman yeniden okuduğum bir kitap, bir de Joseph Murphy, Bilinçaltının Gücü’nü de bitirmek üzereyim.

Aysu Bankoğlu

- En son hangi filmi izlediniz?

Sinemaya gitmeyi çok sevsem de, vakit ayırmakta zorlanıyorum.  Gladyator II’yi seyrettim en son.

- En sevdiğiniz ses ne sesi?

Dalga sesi.

- En çok dinlediğiniz üç şarkı?

Duruma, ruh halime göre değişse de ilk üçe baktım listede; Coldplay ‘Viva la Vida’, Serenad Bağcan ve Fazıl Say ‘İnsan İnsan’, Imany, ‘Slow Down’.

- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?

Dert değil (!)

- Aşka inanır mısınız?

Gayet tabii.

- Kırmızıçizginiz nedir?

Yalanı yaşam biçimi haline getirenler.

- En sevdiğiniz yemek?

Rahmetli babaannemin yaptığı mantı... Bir Karadenizli olarak da balık.

- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?

Çocukluğumda vardı...12 yaşımdan itibaren her yaz kamplara gittim, asla yemem dediğim şeylerin hepsini orada yedim. Hâlâ da o günleri hatırlayarak yediğim bamya ve pırasayı çok seviyorum.

- Sizi ne heyecanlandırır?

Eylemlilik, fark yaratmak... Bizim işimizde merakınızı da heyecanınızı da diri tutmalısınız. Bunun yolu da fikren beslenmek ve yenilenmek. Dolayısıyla fark yaratmak için yaratıcı düşünmek, faydalı olmak için de üretmek zorundasınız.

- Yağmur mu, güneş mi?

Yağmur.

- Güz mü, ilkbahar mı?

İlkbahar.

- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket nedir?

Başkalarını küçük gören tavırlar, hazımsız tipler! Saygısızlık ve nezaketsizlik, hele ki kadınlara karşı!

- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?

Atatürk’e “Ne olur sağlığınıza dikkat edin, bizi erken bırakmayın” derdim. Sadece ülkemizi değil, dünyanın kaderini pozitif anlamda değiştiren en büyük lider.

- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?

Mümkünse süre uzatımı isterim. Gündem sürekli yoğun, belirsizlik de siyasetin rutini haline gelmiş durumda. Tüm bu yoğunluk arasında ruhen ve bedenen sağlıklıysanız verimli olabilirsiniz. Dolayısıyla önce, kendimle doğada baş başa kalırdım; sonra da dostlarımla uzun bir masada buluşurdum. Sevdiklerinizle konuşmak, uyumak ve hatta öylece durmak bile büyük konfor.

- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?

Atatürk’le tanışmış ve onunla bu ülke için yol yürüyen Aysu olmak isterdim.

- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?

Uzun zaman olsa da piyano geçmişim var. Şimdi bateri çalmaya başlayacağım, Meclis’teki gerginliği atmak için iyi bir enstrüman. Hepimiz her şeyden önce insanız, zihnimizin de bedenimizin de dinlenmeye ihtiyacı var.

- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?

Yıl olarak düşünmedim ama sağlıklı, keyifli ve ‘keşke’si olmayan bir yaş ve yaşam.

Sen sevdiğimdin bebeğimdin, neden ayrıldık?

Burak Kut, 90’ların bebetosu... ‘Bebeğimdin’, ‘Yaşandı Bitti Saygısızca’, ‘Sevgi Hırsızı...’ Daha nice şarkı. O dönem ortalığı yıkıp geçiyordu performansıyla. Sonra 2000’ler geldi, 90’lardan sevdiklerimiz bir bir ortadan kayboldu, böyle bir tür yaya yaya şarkı söyleyen şarkıcıları dinler olduk.

Ama onları hiç unutmadık, adını da 90’lar koyduk.

Burak Kut

Yılbaşı gecesi TV8’de Burak Kut’u görünce herkese sürpriz oldu. Dansı, sahnesi yine muhteşemdi. O kadar çok şey paylaşıldı ki sosyal medyada, Burak Kut yine o 90’ların samimiyetiyle herkese teşekkür etti, “Bir gece Acun ağabeyin, O Ses Yılbaşı 2025 çekimine davet için araması akabinde, aklıma ilk düşen fikir, içimde ilk uyanan duygu, ‘Zaten herkesin bir sıkıntısı olduğu günlerde, hiç değilse yeni yıla hep beraber iyi ve yüksek enerjiyle girebileceğimiz, moralimizi düzeltecek hafızalarda yer edecek bir gösteri hazırlamalıyım’ oldu. (...) Bebeleri pistten aldı gibi yorumlara gülerek baktım. Ders değil de, ilham verebildiysem ne mutlu. Yıllar içinde sahne performansını koruyup artırmak, yaptığın işi sevince, sesi bir enstrüman gibi düşünüp, çalışınca oluyor. Ek olarak bebeler de pistte kalmalı bence Kimseyi küçümseyemem, bir zamanlar ben de bebe idim. Müziğin birleştirici ve iyileştirici gücü etrafında toplanıp, ülkemizin sanat kültür seviyesini yukarı taşımak için elimizden geleni yapalım beraberce...” dedi.

Şimdi diyeceksiniz ki, biz 2025’i karşılamışız, sen niye nostalji yapıyorsun?

Yaparım.

Hâlâ o şarkıları dinliyor, onlarla eğleniyor, hüzünleniyor, ağlıyorsak, bize bu duyguları yaşatan insanları sadece kalbimizde taşıyor olmak onlara haksızlık.

Sahnede görmeliyiz... Aşkın Nur Yengi’yi, Burak Kut’u, Sertab Erener’i, Levent Yüksel’i, Asya’yı, Ferda Anıl Yarkın’ı daha çok görmeliyiz. Her birinin sevilen şarkılarını ve onca emeğini 90’lar diye bir kutunun içine koyup, arada çıkarmaktan vazgeçmeliyiz.