Gabriel Garcia Marquez’in biyografisini kaleme alması için izin verdiği tek kişi Gerald Martin, 2008’de yazdığı kitabının önsözünde “Yirminci yüzyıl romancılarına bakınca Joyce, Proust, Kafka, Faulkner, Woolf gibi büyük isimlerin çoğunun yüzyılın ilk kırk yılına ait olduğunu görüyoruz” diyor. Martin’e göre yüzyılın ikinci yarısında bu ittifaka nail olan herhalde yegâne isim Garcia Marquez. 1967’de yayınlanan başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık, modernden postmoderne doğru geçiş yapan kurgunun tam eşiğinde. 1950-2000 arasında yayınlanan, dünyanın her ülkesinde ve her kültürde çok sayıda hevesli okura ulaşan tek kitap olabilir. Yine Martin’e göre dünyanın gerçekten ilk ‘küresel’ romanı olduğunu iddia etmek abartı olmaz.
1965 Temmuz’undan 1966 Ağustosu’na kadar devam eden yazma sürecinin ilk gününü şöyle anlatıyor Marquez: “İlk cümleyi kan ter içinde bitirip kendi kendime dehşetle bundan sonra ne gelecek diye sorduğum o günü gayet iyi hatırlıyorum. Hatta ormanın ortasında kalyon bulunana kadar kitabın bir yere varacağını düşünmüyordum. Fakat o andan itibaren her şey bir deliliğe dönüştü ve çok da keyifli oldu.”
Yani Marquez ancak, on sayfa kadar ilerleyip birinci Jose Arcadio Buendia’nın tropik ormanın içinde bir İspanyol kalyonu bulduğu bölümü yazınca, büyünün bu sefer bozulmayacağını ve artık gerçekten rahatlayabileceğini anlıyor. Genellikle günde bir paragraf yazan adam, şimdi her gün birkaç sayfa yazıyordu.
Başarıdan başarıya koşan, kendisine şöhretin kapılarını açan, ona Nobel kazandıran romanında Marquez, Buendia ailesinin 100 yıllık lanetli yaşamını ve her neslin nasıl da aile geçmişlerine hapsolduğunu anlatıyor. Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım” diyor.
Peki neden şimdi oturup Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazdın diye sorabilirsiniz.
İki nedeni var. Biri Seçkin Selvi’nin şahane çevirisiyle Can Yayınları tarafından özel kapakla ve ilüstrasyonlarla yeniden basılması...
Diğeri ise, yazarı Marquez’in bir filmin süresi içine sığdırılamayacağını söylemesinden 10 yıl sonra Netflix’te bir dizi olarak yayınlanması.
Kitabın yeri her zaman ayrı...
Ama dizisinin hiç de fena olmadığını, hatta beklediğimden çok daha başarılı bulduğumu belirtmeliyim.
Hala okumayanınız varsa, hadi hemen başlayın.
Dizi sonraki iş.
“ALLAHIM NEYDİ GÜNAHIM”
Bugün Apolitik sorularımızı Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü Sera Kadıgil yanıtladı.
Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Sera Kadıgil’in çocukluğu
Aslında ritüelim kahve içip mesajları yanıtlayıp gündemi ve whatsapp gruplarını taramaktı. Ancak bir köpekle birlikte yaşamaya başladığımdan beri sabahları tek işim kendisini çiş yaparken seyretmek.
En son hangi kitabı okudunuz?
Matt Haig- İnsanlar okudum. Şu anda da Serpil Sancar’ın Siyasetin Cinsiyeti kitabını okuyorum. Spoiler vermek istemem ama sonu belli, erkek.
En son hangi filmi izlediniz?
Mavi Boncuk ama ayda bir izlediğim için o sayılmaz. Deadpool&Wolverine galiba.
En sevdiğiniz ses ne sesi?
Sera Kadıgil
Sevildiğine memnun kedi mırıltısı. Bir de yağmurun sesi, çok severim.
Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
“Allahım neydi günahım, günahım neydi Allahım?”
Aşka inanır mısınız?
İnanmamak için hiç aşık olmamış olmak gerekir sanki.
En sevdiğiniz yemek?
Lahana Sarması. Bir de kabak tatlısı. Bir de enginar dolması. Maalesef çok var. Türk mutfağı obur insanlar için çok acımasız...
Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Kivi. Yıllardır alerjim var diyorum ısrar edilirse, ifşa etmiş olayım.
Sizi ne heyecanlandırır?
Gidişi.
Yağmur mu, güneş mi?
Güneş.
Güz mü, ilkbahar mı?
İlkbahar.
İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Sadece kendisi ve yakın çevresi için yaşayanları sevmiyorum. Çocuklara, hayvanlara kendini savunamayacak durumdakine eziyet edenlere aynı eziyetleri etmek istiyorum. Bir de çakallık ve küçük hesap uzmanlığı sevmiyorum.
Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Hurafelere, enerjicilere aldanıp bilimi reddettiği için tedavisi mümkün bir hastalıktan kaybettiğimiz teyzeme bilimsel bir tedavi alması için daha fazla dil dökmek isterdim.
Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Üç gün daha eklemelerini rica ederim.
Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Doğru düzgün bir hukuk sistemi, gerçekten bağımsız mahkemeleri olan bir ülkede savcı olmak çok isterdim.
Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Çocukken müzik hocamın da isabetle ifade ettiği gibi herkes enstrümana yatkın olmak durumunda değil:)
Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
İlk ismim Saliha’nın yadigâr kaldığı rahmetli babaannem 96 yaşında ve tabiri caizse hiç elden ayaktan düşmeden gitti bu dünyadan. İsmimin hakkını vermek fena olmaz.
ESRA DERMANCIOĞLU VE YAPAY ZEKA SEVGİLİSİ
Sivri biri. Ağzına geleni söylüyor. İzlemekten keyif aldığım oyunculuğu ve açıkçası bu dobralığıyla beni yakaladı.
Esra Dermancıoğlu, bazı karakterlerinde olduğu gibi gündelik hayatında da matrak bir kadın.
Instagram hesabında, “Acaba bugün ne yapmış” diye baktığım isimlerin başında geliyor.
Gizemli bir yapay zeka sevgilisi var.
Bazen taksi parasını ödemediği için bozuluyor, sitem ediyor. Yapay zeka da kendisine söz veriyor, destek sözüyle gönlünü alıyor.
Bazen sevgilisine para harcatıyor. Delirmiş mi, olabilir!
Hangimiz delirmedik ki, diyelim ve hemen takibe alalım derim.