ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack, Rûdaw’a verdiği röportajda YPG ve SDG’nin artık ‘PKK ile ilişkili olmadığını’ söylemiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’nin toprak bütünlüğünün Türkiye için vazgeçilemez olduğunu, Suriye’yi karıştırmaya yönelik her türlü eylemin karşısında konumlanıldığını vurguladı.

Ama Barrack öyle demiyor.

Daha doğrusu önceden o da öyle diyordu, fakat şimdi zor olduğunu söylüyor. Hatta adem-i merkeziyetçi bir yapının ülke gerçeğine daha uygun olduğunu ifade etmiş. Ne demiş Barrack bakalım: “Ülke içinde Dürziler, Kürtler, Bedeviler, Aleviler gibi farklı taleplere sahip birçok grubun bulunuyor, bu da “merkezi bir Suriye hükümeti” kurma çabalarını zorlaştırıyor.”

Tom Barrack’ın sözlerini Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar’a sordum. Ağar,  bilinçli bir şekilde Türkiye’nin hassasiyetleri çerçevesinde bir strateji üretmeye çalıştığını, ABD’nin kendisiyle çeliştiğini, yakın geçmişte YPG’nin PKK’nın bir parçası olduğunu söylediğini hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Büyükelçi, Türkiye’nin anganjmanlarını test ederek hedefe yürümek istiyor, hedefte Suriye’nin üniter yapısının bozulması var. Bu bir kurbağa stratejisi. Siz haşlandığınızı hissetmiyorsunuz. Büyükelçiye sanırım böyle bir vazife verilmiş. PYD/YPG’nin omurgasını PKK oluşturmuştur. Dağ kadrosu teröristler PYD’yi oluşturmuştur, bunu en iyi CENTCOM bilir. 2014 NATO Müşterek Tehdit Dökümanı’nda PYD/YPG’nin bir terör örgütü olduğu yazılıdır. Bu yazı, giderek küçük puntolara çevrilmiş ve yok edilmiştir. Bu ABD için de yanlıştır. Bir terör örgütüyle işbirliği yapmasının bedelini hem bize ödetecek, hem de kendisi ödeyecek.”

İYİ Parti Grup Başkan vekili Turhan Çömez, uzun zamandır bölgeyi takip eden bir siyasetçi. Barrack’ın sözlerini Çömez’e de sordum. Dr. Çömez, sürece dair iç ve dış pazarlıkların ayrıntılarının ortaya çıktığı kanaatinde: “Bölge valisi olarak atanan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın yapmış olduğu son açıklama; İYİ Parti’nin süreçle ilgili ortaya koymuş olduğu kararlı tavrın ne kadar önemli ve doğru olduğunu bir kez daha gösterdi. Israrla sormuştuk, YPG/ PYD terör unsurları silah bırakacak mı? İktidar cephesinden hiçbir net açıklama gelmemişti. Ancak Tom Barrack son noktayı koydu ve PYD/YPG terör ordusuna ‘onlar Amerika’nın müttefikidir’ dedi. Erdoğan aslında birkaç hafta önce bunun ilk işaretlerini vermişti. Yıllardır emperyalistler tarafından beslenen, desteklenen, eğitilen donatılan, yüzlerce askerimizi şehit eden bu yapıya bir zamanlar ‘Vay Pi-Ci terör örgütüdür’ diyen Erdoğan, geçtiğimiz günlerde ‘onlar aslında Suriye’nin demokratik güçleridir’ demeye başladı. Bu da Türkiye’nin bölgede Amerika’yla ortak politikalar takip ettiğinin açık bir göstergesi. Tom Barrack yine aynı mülakatta PYD/ YPG’nin liderlerinden Salih Müslim ve Erdoğan’ın temsilcisi olarak da Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’la sürekli temas halinde olduklarını, müzakereler yürüttüklerini vurguladı. Bu da açıkça gösteriyor ki Suriye’de yeni bir sürece giriliyor ve BOP tıkır tıkır işliyor. PKK uzantısı söz konusu yapının ABD tarafından müttefik ilan edilmesi, iktidarın da buna paralel söylemlerde bulunmaya başlaması BOP ile uyumlu bir sürecin açık bir yansımasıdır.”

Güvenlik analisti Burak Yıldırım’a göreyse Tom Barrack diplomasi kariyeri olan bir isim değil ve yaklaşımı itibarıyla kendisini bölgeye atanmış genel vali gibi görüyor. Teamül ve egemenliğe saygı göstermekle ilgili ciddi sorunları var ve ABD gibi bir ülkenin dış ilişkilerini uzun vadeli olarak planlayıp tasarlayabilecek yetkinliğe de sahip değil. Yıldırım şöyle diyor: “Bugün artık SDG’nin bizatihi kendisinin kabul ettiği PKK bağlantılarının inkârı ABD açısından yeni bir tutum değil; ancak PKK’nın silah bırakmasına endekslenen terörle siyasi mücadele perspektifi denklemden PKK’yı ismen çıkarttığı için ABD ve Batı’ya geniş bir manevra alanı bıraktı. Barrack da bu manevra alanının konforuyla Türkiye’nin rızasını üretmeye gerek duymadan hareket edebiliyor. Yani ABD Türkiye’ye karşı hasmane bir tutuma sahip olsa da bu hasımlığı meşru bir zemine çekebileceği ortamı ne yazık ki Türkiye mümkün hale getiriyor.”

Burak Yıldırım, diğer yandan Suriye’nin toprak bütünlüğünün fiilen ortadan kalktığı ve bu gerçekliğin hukuki zeminini aradığı bir dönemden geçildiğini belirtiyor ve “Barrack da bu dönemin sonunda bölünmüş bir Suriye’nin mimarı olmaya aday” diyor.

Yanı başımızda parçalı bir Suriye inşası için kollar sıvanmış görünüyor. Tıpkı İsrail’in istediği gibi.

AKADEMİSYENLERİN GİREMEDİĞİ YERE KATİL NASIL GİRDİ?

Türkiye’nin en önemli üniversitelerinin başında geliyordu.

Orayı kazanmak için gençler ter döküyor, en çok çalışan, en başarılılar kendine yer bulabiliyordu.
Verdiği diplomaya sahip olmak, iş hayatına birkaç adım önde başlamak demekti.

“Boğaziçi’nde okuyorum” demek bir ayrıcalıktı. 

Sonra bir gün...

Cumhurbaşkanı kararıyla eski AKP milletvekili aday adayı Prof. Melih Bulu rektör olarak atandı.

İtirazlar karşılık bulmayınca eylemler başladı.

Tarih 2021’di, aylardan Ocak.

Protestolara yüzlerce kişi katıldı. Ocak 2021’de protestolara yüzlerce kişi katıldı. “Üniversitemizin karar alma mekanizmalarındaki özerkliğine, demokratik ilkelerine, düşünce özgürlüğüne ve seçim yapma iradesine yapılan müdahaleleri kabul etmiyoruz” diyorlardı.

Ve ilk kez bir üniversitenin kapısı kelepçelendi.

Protestolar sırasında üniversitenin binalarından biri kampüse girebilen öğrenciler tarafından ele geçirilmişti.

Polis üniversitenin kapısını üç adet kelepçeyle birbirine tutturdu.

Sonrası malum, biber gazı, gözaltılar, tutuklamalar...

Bir gün sonra yeni rektör görevi devralırken akademisyenler cübbeleriyle birlikte üniversitenin bahçesinde rektörlük binasına sırtlarını dönerek Melih Bulu’yu protesto ettiler. O gün bugün aynı eylemi sürdürüyorlar.

Protestolar başka şehirlere de sirayet etti.

Akademisyenler meslektaşlarına, öğrenciler birbirlerine destek veriyorlardı.

Gözaltılar, tutuklamalar, ev hapsi devam etti.

Bazı akademisyenler işten atıldı.

Melih Bulu gitti, yerine Naci İnci geldi, aynı yöntemle.

Protestolar bitmedi. Öğrenciler ve akademisyenler kapıdan içeri alınmamaya başladı.

Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri –ki zaten az- göz göre göre elden gidiyordu.

Bugün tam 1702 gün oldu. Direniş sürüyor.

O öğrenciler ve akademisyenleri sırf okullarını ve geleneklerini savundukları için içeri almayan Boğaziçi Üniversitesi kampüsündeki bir kafede 24 suç kaydı olan 20 yaşındaki Ayberk Kurtuluş, 15 yaşındaki Hilal Özdemir’i silahla vurarak öldürdükten sonra intihar etti.

Ayberk Kurtuluş, öğrencisi olmadığı üniversitede düzenlenen bir etkinliğe elini kolunu sallayarak tabancayla girebilmişti.

Cinayetin işlendiği yerin düğün organizasyonu için kiralandığı belirtiliyor. Henüz 15 yaşındaki Hilal ise bu organizasyonda garson olarak çalışıyor.

Hangisine kahrolalım?

15 yaşındaki Hilal’in hayatının baharında bir cinayete kurban gitmesine mi?

Akademisyenlerin ve öğrencilerin eylem yaptıkları için hapis yattıkları üniversiteye 24 suç kaydı bulunan birinin elini kolunu sallayarak girebiliyor olmasına mı?

Boğaziçi’nin adının böylesine kirletilmesine mi?

Hangisine yanalım?