Kendini sürekli mağdur mu hissediyorsun?

Hep haksızlığa uğruyorsun değil mi?

Sen şimdi değersiz de hissediyorsundur, öyle ya neden herkes seni kandırıyor?

Herkes senin gözlerine bakarken, adına bayram dedikleri o günde kesilmeyi bekleyen koyunların gözlerini mi görüyor acaba?

Peki o koyun yüreğini parçalayacak bakışı atmakta haksız mı?

Bugün ‘insan kurbanlardan’ bahsedelim mi?

Sürekli başkalarını memnun etmek için kendi ihtiyaçlarını feda eden...

Bunu yaparken kendini kapana kısılmış, incinmiş hisseden...

Yine de kaçamayan...

Çünkü onun için etrafındakiler mutlu değilse, mutlu olmak söz konusu değil.

‘Hayır’ demeyi bilmez.

Sadece ‘evet’ derse değer göreceğini düşünür. Hatta hayır derse sevilmeyebilir.

Zamanla kendi ihtiyaçlarını unutur.

Sivrisineği bile incitmez ama kendisinin üstünden tır gibi geçer.

Yardım derneği gibi çalışır.

Kendisinden sakındığı değeri başkalarından da göremez. Tersi, eşyanın tabiatına aykırı zaten.

Belki yaşlandığında ve artık hayatın bitmesine yakın ‘pişman’ olur.

“Benimkisi yaşanmamış bir hayat” derler ve bir hayatın daha olmasını diler.

Çünkü artık çok geçtir.

Tüm hayatını ‘feda’ ederek geçiren biri, gün geldiğinde ses çıkardığında ondan kötüsü olmayacağından, yalnız kalmak kaçınılmazdır. “Bu da çok değişti” derler.

O güne kadar yaptığın her şeyi bir anda siler etrafındakiler. Senden kötüsü yoktur artık!

Bir yudum sevgi uğruna bir hayat feda eden için değişmek cesaret işidir.

★★★

Bizim toplumumuz fedakârlarla, kendini kurban etmişlerle doludur.

İnsanlar “Ah o çok fedakârdır” sözünü iyi bir şey gibi söylerler.

Oysa fedakâr olan feda olandır aynı zamanda.

Çok merak ediyorum, acaba bizden başka hangi toplum, bebekleri “Ah kurban olurum sana” diye sever?

Aç bak YouTube’a, adı “Kurban olurum, kurbanın olurum” diye geçen kaç şarkı var.

“Senin için ölürüm” denir.

Ölümdür kutsanan, kendini feda etmektir.

“Allah benim ömrümü alsın, sana versin”.

Mesela bu da bir sevgi cümlesidir.

Yaşamakla ilgili değildir bizim dileklerimiz.

İyi ki hapşırıyoruz da, birbirimize “Çok yaşa” diyoruz.

Feda etmek, kurban olmak adettir bizde.

O yüzden yıllarca ter döküp, amiyane tabirle ‘eşek gibi çalışıp’ kazandığımız üniversiteden, işsiz ordusu olarak mezun olmamıza rağmen, sahte diplomalarla her tür işe sahip olanlar karşısında yapabildiğimiz eylem sadece kendimize acımaktır. “Yazık bize be, yazık evlatlarımıza, yazık bizi okutan ana babamıza.”

Bilmeyiz çünkü gücümüzü, bilmeyiz bu sistemi değiştirebileceğimizi.

Onun içindir, memlekette 5000 günle 40 yaşında emekli olan insanlar varken, 8000 günle 55 yaşında hala yaşı beklerken sabırlı oluşumuz.

Onun içindir mülakatta elenişimiz, atanamayışımız, iki üniversite bitirip moto-kuryelik yapmamız.

Sistem bizi sevsin, sistem bizi dışlamasın diyedir.

Kurban oluruz bu sisteme, feda ederiz kendimizi de, yine sesimizi çıkarmayız.

Peki sen kurbansan, sevap point’ler kime yazılıyor kuzum?

Hadi onu da siz düşünün.

Neşe Karaböcek’in ağır masalı

İnsan gücünü aşan ağır yükler taşıdığını söylüyor, meleği de iblisi de gördüğünü... 3,5 yaşında Muhsin Ertuğrul’un kucağında başlamış Neşe Karaböcek’in ışıltılı dünyaya yolculuğu. “Dost rüzgârlarla yelkenlerim dolarken, aniden bastıran fırtınalarla da boğuştum” diyor.

Spot ışıklarının altında geçen bir ömür onunki.

Özel hayatında yaşadıkları ışıltılı olduğu kadar dramatik.

Bilinen hikâyedir.

1964 yılında plak şirketi sahibi ve besteci  Atilla Alpsakarya  ile evlenen Neşe Karaböcek’in bu evliliği, 1974’te sona ermişti.

Ancak boşanmanın hemen ardından Atilla Alpsakarya, Neşe Karaböcek’in kardeşi Gülden Karaböcek ile nikah masasına oturdu. İki kardeşin arasına ‘enişte’ girdi.

“Sahne önünde bir yıldız, sahne arkasında bir savaşçı oldum. Güller içinde açan papatyaların yanı başında, zehirli dikenlerle de tanıştım” diyen Neşe Karaböcek’in hayatını merak edenler, “İşte Benim Masalım” adlı kitabı okuyabilir.

Gücün çocuğa mı yetiyor?

Anadolu Ajansı haberine göre,  Adana Çukurova’da 15 yaşındaki market çalışanı, sipariş beğenilmediği gerekçesiyle müşteri tarafından darp ediliyor.

Çocuğun çalıştığı market dayısına ait.

15 yaşındaki çocuk, cep telefonu uygulaması üzerinden gelen siparişle bir müşteriye marulu teslim ediyor.

İddiaya göre, bu müşteri siparişi aldıktan sonra marketi arıyor.

“Ürünü beğenmedim” diyor.

Yetmiyor, markete geliyor, siparişi götüren çocuğu dövüyor.

Her şey işyerinin güvenlik kamerası tarafından kaydediliyor.

Dayısı, çocukcağızı hastaneye götürüp darp raporu da alıyor, saldırgan müşteriyi şikayet de ediyor.

Nasıl bir çocuğu tartaklarsın?

Bir marul seni bu kadar öfkelendiriyor ve bir çocuğu dövmene sebep oluyorsa, daha büyük bir olayda karşındakini öldürecek misin?

Biz kimlerle, aynı toplumda yaşıyoruz?

Niye bu kadar   saldırganız ve neden bu kadar cezasız?