Siyasi teoride birey, doğal durumda sahip olduğu mutlak özgürlüklerini sınırlamayı ve bu özgürlükleri egemen bir otoriteye devretmeyi belirli temel “haklar” karşılığında kabul eder. Bu otorite, Hobbes’un “Leviathan”ı da olabilir, Machiavelli’nin “Prens”i de... Fark etmez... Ortak payda şudur: Devletin varlık nedeni, bireyin canını, malını, özgürlüğünü korumaktır. Birey bu nedenle itaat eder; karşılığında güvenlik bekler. Koruma vaadi, meşruiyetin temelidir. Yetki verilir, çünkü hukukla sınırlanacağı varsayılır.
Peki, ya devlet korumuyorsa? Ya anayasal güvence diye bildiklerimiz sadece kağıt üstünde kalıyorsa?
★★★
Türkiye’de bu siyasal sözleşmenin temel ilkeleri sorgulanır halde. Bugün itibarıyla İBB’nin seçilmiş başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının üzerinden tam bir ay geçti. “Duydum-gördüm”ler üzerine kurulmuş bir dosyada 49 kişi tam bir aydır demir parmaklıklar ardında. Adil yargılanma hakkı —anayasal bir hak olsa da— sarsılmış durumda.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da öyle. Çoğu öğrenci 300’ü aşkın kişi protestolara katıldığı için tutuklandı. Günlerce cezaevinde kaldı. Kötü muamele, taciz hatta işkence iddiaları kamuoyuna yansıdı. Hiçbiri araştırılmadı.
Eğitim hakkı da ihlal edildi. Polis eşliğinde de olsa isteyen öğrencilerin sınavlarına girebilmeleri gerekiyordu. İzin verilmedi.
Boykot çağrısı yaptığı için gözaltına alınan oyuncular oldu. Dizilerden, tiyatro oyunlarından çıkartıldılar. İfade özgürlüğü hakkı bu ülkede zaten çok kırılgandı, paramparça oldu.
★★★
Yetmezmiş gibi tüm bunlara ek olarak bir de mülkiyet hakkı tartışması patlak verdi.
İmamoğlu, 31 yıllık diplomasıyla ilgili soruşturma başlatılınca bir uyarıda bulundu: “Benim diplomamı iptal ettirmek isteyen kişi yarın tapularınıza, arabalarınıza, bankadaki paralarınıza diplomam gibi çöker”.
Hatay’da bu uyarının yankısını gördük.
TOKİ deprem konutu yapmak için Samandağ’da köylülerin “tapulu” arazilerini kamulaştırma kararı aldı.
Zeytinlikler, narenciye bahçeleri; yılların emeği...
Mahkeme süreci devam ediyordu. 21 Nisan’da duruşma vardı. Belki köylü haklı bulunacak, belki yürütmeyi durdurma kararı çıkacaktı.
Beklenmedi.
TOKİ ekipleri kepçelerle arazilere girdi. Ağaçlar söküldü.
Köylüler kepçelerin önüne yattı.
Fenalaşanlar, hastaneye kaldırılanlar oldu.
Tüm bu arbede sonrası TOKİ yetkilileri geri adım attı: Mahkeme kararını bekleyeceklerini duyurdu.
★★★
Bugün yaşadıklarımız, sadece hak ihlalleri değil. Aynı zamanda, devleti devlet yapan ilkelerin ne ölçüde eşit ve tutarlı uygulandığının da bir sınavı.
Ve bu sınav, yalnızca bireyleri değil, kurumsal meşruiyeti de yakından ilgilendiriyor.
Çünkü hukuk, ancak herkese eşit ve tarafsız uygulandığında anlam kazanır.
Ve güven duygusu bir kez zedelendiğinde, en sağlam zemin bile çatlamaya başlar.
“Normal” doğsun çalışarak mı ölsün?
Abdurrahman Özkul, 14 yaşındaydı. Niğde Bor Karma OSB’de çalıştığı plastik geri dönüşüm tesisinde kolunu makineye kaptırdı. Hayatını kaybetti.
Mehmet Özarslan, 17 yaşındaydı. Kayseri Sarıoğlan’da çalıştığı kum ocağında iş makinesinin yağ bakımını yaparken Kızılırmak Nehri’ne düştü. Cansız bedenine 26 saat sonra ulaşıldı.
Yakup Taşar, 17 yaşındaydı. Şırnak’tan çalışmak için Antalya’ya gitmişti. Gazipaşa’daki işyerinde yaşamına son verdi.
Yusuf Mısri, 14 yaşındaydı. Suriyeliydi. Konya Beyşehir’de bir sondaj kuyusunda, yerinden çıkan makine borusu yüzüne çarptı. Hayatını kaybetti.
Necip Fazıl Çırak, 17 yaşındaydı. Samsun Atakum’da stajyer olarak çalıştığı inşaatta elektrik işlerinde görevliydi. Seyyar merdivenden düştü. Hayatını kaybetti.
Beylikdüzü’ndeki CHP mitinginde bir genç kürsüye çıktı ve bağırdı:
14 yaşındaki çocuklar fabrikalarda ölecek kadar büyükse, öğretmenlerinin hakkını arayacak kadar da büyüktür!
Yukarıda adlarını andığım isimler İSİG Meclisi’nin sadece bu ay başından bu yana “öğrenebildiği” çocuk işçi ölümleri.
Daha nice can yitip gitti, kayıt altına alınmadı bilmiyoruz, bilemiyoruz.
Çünkü bu ülkede çocukların “normal doğması” için kampanyalar yürütülüyor ama “normal yaşaması” için kimse
mücadele etmiyor.
Bu ülkede bir hanede 3 kişi asgari ücretle çalışsa bile artık yoksulluk sınırı aşılmıyor.
Her geçen gün daha fazla aile geçinebilmek için çocuklarını işe göndermek zorunda kalıyor.
Çalışma yaşı fiilen düşüyor.
Daha dün TÜİK verileri açıklandı: 15-17 yaş grubundaki her dört çocuktan biri işgücünde.
Ve bu sadece kayıtlı olanlar. Görünmeyenler, sayılmayanlar, konuşulmayanlar var.
Tam da bu yüzden...
Kadınların doğum tercihlerini hedef alan kamu spotları çekmeden önce, çocukları yaşatmayı dert edinmek zorundasınız.
Normal doğumdan önce, normal hayat hakkını konuşmalısınız.
Çünkü çocuk, bir devletin doğum istatistiklerini düzeltmek için değil, insanca yaşamak için doğar.