Yaklaşık 10 gündür kendimce bir sosyal medya deneyi yapıyorum. Tanıdığım, tanıdığımız 20 kişiyi seçtim. Kimi çok ünlü, kimi az ünlü. İsimlerini vermeyeceğim.
Aynı gün içindeki duygu durumlarını merak ettim.
Sabırla inceledim, inceledikçe merakım arttı, şimdi kurs araştırıyorum. ‘Bir hayatta iki insan olarak nasıl yaşanır’ adlı bir kurs görürseniz lütfen ama lütfen bana haber verir misiniz?
★★★
Şimdi merak ediyorsunuz değil mi, ben ne gördüm?
Aslında siz de görüyorsunuz, belki biz de aynısını yapıyoruz zaman zaman, bilemiyorum.
Örneğin Narin Güran davası görülüyor. Bu kişiler X platformunda inanılmaz tepki veriyorlar. Toplumsal duyarlılığı yüksek ifadelerle öyle bir duygu geçiriyorlar ki sana, kalbi acıyor, umudunu yitirmiş, zannedersin ki Narin öldürüldüğünden bu yana uyumuyor.
Aynı kişinin bir saat içinde yaptığı Instagram paylaşımında ise dudakları öne doğru çıkmış (son zamanlarda insanlarda böyle bir poz verme şekli var. Hafif ya da ağır dolgulu dudaklar daha da öne doğru uzatılıyor, her an hepimizi öpecekler gibi) saçları fönlü ama dağınık, filtrenin dibine vurmuş.
★★★
Biri X’te diyor ki, “Artık bu ülkede yaşamak, nefes almak çok zor. Bu adaletsizliğe can mı dayanır”... Sonra dönüyorum gün içindeki Instagram hesabına, orada gayet nefes alıyor. Bir sofra kurmuş, bir video çekmiş aç olmasan acıkırsın...
Gösterişli doğum günlerini, baby shower’ları, X’te hayat pahalılığından bahsedip, Instagram’da eli direksiyonda –ki bu kötü modanın facebook çıktığı ilk yıllarda tükenmiş olması gerekirdi- fotoğraf çekip ortadaki logoyu gösterenler de cabası...
★★★
Peki neden böyle olduk?
Gerçek miyiz, değil miyiz?
X’te mahkemeler kurup, öbür tarafta bu kadar fotoşoplu bir hayatı yaşamak biraz tuhaf değil mi?
Bu ne zaman hepimizin normali oldu?
Sadece fotoğraf çekmek için bir şeyleri yaşıyor olabilir miyiz?
“Yok artık” demeyin, arkadaşlarımızla buluştuğumuzda 3 saatin 2 saati fotoğraf çekip paylaşıyoruz.
Dünya yıkıldığında da iki tweet ile duyar kasıyoruz, oluyor bitiyor işte.
Ne diyeyim, Allah hepimize akıl fikir versin.
BU DA GELİR, BU DA GEÇER AĞLAMA!
Bugün ‘Apolitik’ soruları Bağımsız İzmir Milletvekili Salih Uzun yanıtladı.
Salih Uzun, ilkokula başladığı günün fotoğrafını paylaştı bizimle. Diğer fotoğrafta da eşi Gamze, kızı Melike Su ve onun Mori’sini görüyorsunuz.
Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
İlk olarak perdeyi açar dışarı bakarım. Günün taze enerjisini hissetmek, her yeni güne yeni bir başlangıç gibi bakmak motivasyonumu ve enerjimi artıyor. Her sabaha ‘şükür’ diyerek başlamanın enerjisi inanılmaz.
En son hangi kitabı okudunuz?
Birkaç kitap birden olur genellikle elimde. Şu sıralar elimdeki kitaplardan biri; Tarık Çelenk’in son kitabı, “Mahallenin Krizinden Memleketin Krizine”. Diğeri, Mustafa Süleyman ile Michael Bhaskar’ın birlikte yazdığı, üstümüze dalgalar halinde gelen yapay zekâ ve sentetik biyoloji teknolojileri karşısındaki çaresizliğimizi, fırsatları ve riskleri anlatan “Yaklaşan Dalga” kitabı. Bir de bir kitapçık... Chul Han’ın Enfokrasi’si... O da yine dijitalleşmenin demokrasi ile kaçınılmaz ilişkisi üzerine.
En son hangi filmi izlediniz?
En son dizi izledim, Crown’u izlememiştim onu izliyorum ama illa film ise “Aile Arasında” filmini ailecek izledik, denk geldi, ikinci kez olduğu halde izlemek istedik gerçekten harika...
En sevdiğiniz ses ne sesi?
Kızımın sesi. Ne anlatırsa anlatsın, ne söylerse söylesin kızımın sesi, dinlemeyi en sevdiğim ses.
En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Eşimle iki şarkımız fiks. Biri eşimin bana şarkısı “Benzemez Kimse Sana”, ikincisi benim eşime şarkım, “Nazende Sevdiğim”. Üçüncüsüyse kızıma çocukluğundan beri söylediğim Candan Erçetin’in “Melek” adlı şarkısı.
Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Bu da gelir bu da geçer ağlama...
Aşka inanır mısınız?
İnanırım tabii... Aşka yaşayan inanır. Aşk, sevgi insanın fabrika ayarlarında vardır. Bunu reddetmek, buna karşı durmak insan doğasına aykırı olandır.
Kırmızıçizginiz nedir?
Kandırılmak... Karşı tarafı “anlamaz, bilmez” konumuna koymak. Karışındakinden daha akıllıymış gibi davrananlara dayanamıyorum, “mış gibi” yapanlara tahammül edemiyorum. Tepkisiz kalamıyorum.
En sevdiğiniz yemek?
İspir fasulye, pilav, turşu. Menüde bu üçlü varsa düşünmeden seçiyorum. Ayrıca acısı iyiyse kapuska yemeğine bayılırım. Karalahana çorbası, lahana sarma ve yaprak sarma... Favori yemeklerim.
Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Aslında yok, ben genel anlamda lezzet sapması olmasın diye yemek seçmeyen ama daha çok tek çeşit yahut çok karışık olmayan, nispeten sade yemekleri seven biriyim. İlla sevmediğim yemek var mı sorusunu yanıtlayacaksam, kerevizi söyleyebilirim.
Sizi ne heyecanlandırır?
Zafer heyecanlandırır, kazanmak, hedeflediğim amaca ulaşırken yol almak heyecanlandırır. Bir de beni aile WhatsApp grubumuzdan kızımın yazdığı uzun mesajlar heyecanlandırıyor. Mutlaka güzel haber veriyordur. Sonunu merak ediyorum. Onu okurken gurur ve heyecan duyarım.
Yağmur mu, güneş mi?
Önce güneş, önce bir önümüzü görmek sonra yağmur, feraha çıkmış bir ülkede bereket.
Güz mü, ilkbahar mı?
İlkbahar.
İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Yapmacıklık, “mış gibi” yapmak. Konuşurken, bir şeyler anlatırken başka şeylerle ilgilenilmesi.
Çocuklara kırıcı davranılması.
Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Dönmeyelim geçmişe... Keşke demeyi hiç sevmem. Keşkeyi hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. Yine de ısrar edecekseniz ve “olsun sen geriye dön ve söyle ne söyleyeceksen” diyecekseniz şunlar olabilir: 1989’a gidip rahmetli Özal’a, cumhurbaşkanı olmamasını söylerdim. 1997’ye gidip çok sevdiğim rahmetli Mesut Yılmaz’a, 28 Şubat’ta hükümet kurmamasını söylerdim. 2002 seçimlerinin öncesine gidip, “merkez sağ partilerin liderlerine birleşin yoksa yok olacağız” demeyi isterdim.
Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Kesinlikle ailemle yürüyüş yapabileceğimiz, değişik lezzetler tadacağımız mümkünse uzak bir yere gideriz. Hatta saate de bakmamış oluruz, nefis olur.
Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Yine Melike’nin babası olmak isterim. İnsanın hayatında en önemli şey tercihleri. Eğer tercihlerinizden memnunsanız başka şeye ihtiyaç duymazsınız, mutlusunuzdur. Eğer yeniden gel deseler, bu aile düzenimle bir ömür daha geçirmeyi tercih ederim.
Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Maalesef öyle bir yeteneğim yok, ama çok isterdim... Bu konuda kendi yeteneğimden o kadar umutsuzum ki, bundan sonra da öğrenebileceğimi düşünmüyorum.
Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Ele avuca düşecek hale gelmeden, sağlıklı, aklı başında ne kadar yürütebilirsem o kadar. Bu hepimiz için öyle olur inşallah.
BU AYRILIĞA BEN SEBEP OLMAMIŞIMDIR UMARIM!
“Ortalıkta adam kalmadı” diyen genç ve güzel bir kadın, oyuncu Hafsanur Sancaktutan bir süre sonra “Yok diyordum ama alasını buldum” diyerek bizi yeni sevgilisi oyuncu Kubilay Aka ile tanıştırdı. O adam başka ülkelere gittiğinde dahi birbirlerine çiçek gönderdiler. Aka, reklam çekimi için Kolombiya’ya gitti ve Hafsanur’un adını kumlara yazdı. Peki biz bunu nereden biliyoruz?
Tabii ki Instagram’dan. Kubilay Aka paylaştı, sevgilisi altına Te amo mi amor yazıverdi. İspanyolca seni seviyorum aşkım yani.
Bir uyandık ki, ikili ayrılmış.
Nasıl öğrendik?
Tabii ki birbirlerini takipten çıkmalarından anladık.
Magazin programları Kubilay’ın Hafsanur’u aldattığını iddia ediyordu.
Bazı haberlere göre Aka’nın oyuncu Nilperi Şahinkaya ile çektiği video nedeniyle ayrılmışlardı.
Acaba ben mi sebep oldum?
Kısa bir süre önce Ankara uçağına binmek üzere sıradaydım. Önümde Nilperi vardı ve yanına Kubilay Aka geldi. Sevindiler birbirlerini gördükleri için.
Sonra tesadüf bu ki, ben Kubilay Aka’nın yanına düştüm.
Nilperi ile arkadaş olduklarını görmüştüm.
Beraber oturmak ister misiniz diye sordum ve yerimi Nilperi’ye verdim.
Yine sevindiler.
Acaba fazla mı sevindirdim?
.