Ameliyat ayrılığı bitti yine birlikteyiz

Bu köşede son yazım geçen hafta pazar günü çıkmıştı.

Ondan sonraki günlerde yazı yazamadım.

Yazamadığım gibi Youtube kanalım için konuşma yapamadım, hafta içi her akşam sunduğum Flashaber TV’de de ekranda olamadım.

Birçok kişi “Ne oldu, Can Ataklı niye yok, başına ne geldi, işinden mi atıldı?” endişesi içinde çalıştığım iki kurumu telefon yağmuruna tutmuş.

Tabii sosyal medya hesaplarım üzerinden de çok sayıda mesaj geldi.

Sanıyorum geçen bir hafta içinde siz okurlarımın da çoğu başıma ne geldiğini öğrendi.

Yıllardır belimden rahatsızım.

1992’de bel fıtığı ameliyatı geçirmiştim, o yıldan sonra “nasıl olsa sıfır kilometre oldu belim” diye düşünerek biraz özensiz davrandım, 2000’li yılların başından itibaren yine ciddi bel ağrıları çekmeye başladım.

Yaklaşık 20 yıldır ara ara fizik tedaviye giderek ama bolca ağrı kesici alarak, kimin zaman ağrı kesici ve kas gevşetici iğne olarak bugüne geldim.

Ama geçen hafta cuma akşamı meğer limitimin sonuna gelmişim.

Gece yarısından sonra ne yatabilir ne yürüyebilir ne de oturabilir hale gelince ambulansla hastaneye kaldırıldım, çekilen MR sonucu bel kemiğimde üç fıtık, omurgada kayma ve kas gevşemesi saptandı.

Çarşamba günü ameliyata girdim, fıtık bölümü Profesör Doktor Serdar Özgen’in mahir elleriyle sonuçlandırıldı ama omurgadaki kayma için vida takılması gerekiyor ki, o operasyon beni en az 2 ay yatağa çakacak, işte o noktada biraz beklemeye karar verdik.

Şimdi bir haftalık bir dinlenme ve izleme sürem var. Fıtıklar temizlendiği için omurganın da uyum sağlaması mümkün, ancak bu gerçekleşmezse durumum yeniden ele alınacak.

Bİ SORALIM BAKALIM

Hangisi ile daha fazla sevap kazanırız?

Valla bu Diyanet’e hayran olmamak mümkün değil.

Adamlar dini değerleri de yok etmeyi ve herkesle adeta kafa bulmayı çok iyi biliyor.

Nereden mi çıkardım bunu?

Dinimizde “vekaletle kurban kesmek” var mı?

Aslında yok.

Sadece Hacca gidenler orada kesecekleri kurbanın kendi evlerinde kesilmesi için vekalet bırakır.

Ama şunu açık söyleyeyim, kurban ibadetinde kurbanı kesmeyip parasını vermek diye bir şey yok, o kurban kesilecek mutlaka.

Ama her şeyi “paraya nasıl çeviririz” diye düşünen Diyanet, buna da bir formül bulup her yıl milletten milyarlarca lira topluyor.

Hesapta kurban kesiliyor deniyor ama tam gerçeği bilmiyoruz, çünkü Kurban bayramı günü toplu kesim yapılmıyor, toplanan paralar yıl içinde ilgili yerlere et yardımı olarak yapılıyormuş, hesabını soramayacağımıza göre, susup oturuyoruz.

Ama bu para toplama olayında da büyük bir tuhaflık var.

Kurbanınızın Türkiye’de kesilmesini istiyorsak, Diyanet’e 11 bin 750 lira ödeyeceğiz.

Yok yurt dışında kesilmesini istersek bu para 4 bin 750 liraya iniyor.

Aradaki fark 7 bin lira.

Şimdi şunu sormak istiyorum;

Kurban ibadeti için 11 bin 750 lira verirsek daha mı fazla sevabı oluyor?

Ya da şöyle sorayım; 11 bin 750 liralık bağış yerine 4 bin 750 liralık bağış yaparsak kurban ibadetini yerine getirmemiz açısından bir fark var mı?

Diyanet gibi bir kuruluş “ister 11 bin 750 lira, ister 4 bin 750 lira ver” diyorsa demek ki iki kurban bağışından birini seçerek kurban ibadetini yerine getiren kişi arasında bir fark yok.

Peki bağış yapmak yerine kurbanı kendimiz alıp kesersek neye mal oluyor?

Fiyatlara baktım, bu yıl için kurbanlık canlı hayvan kilosu 250-270 lira civarında, bu durumda ortalama bir kurbanlık koyunun fiyatı 16 bin liranın altında olmuyor.

Yani karşımızda üç fiyat var.

Kurban alırsak en az 16 bin lirayı gözden çıkaracağız.

Bağış yapalım ama bu yurtiçinde olsun dersek cebimizden çıkacak para 11 bin 750 lira.

Ama “dünyadaki fakir Müslümanlar da et yesinler” diye düşünürsek vereceğimiz para 4 bin 750 lira.

İşin tuhafı ibadet açısından üçünün de değeri aynı.

O halde kurban almak ya da yurt içinde bağış yapmak dinen bile salaklık olmuyor mu?

Diyanet’in sitesine baktım, “bu fark neden oluyor?” diye sorduğumda karşıma şu cevap çıktı; “Yurt dışındaki kurban fiyatları ülkelerdeki piyasa şartlarına, ekonomik faktörlere ve maliyetlere bağlı olarak daha ucuz olabilir.”

Ne güzel iş değil mi?

Bu iktidar kurban olayının bile içini boşaltmış durumda.

Bu bağış işine aklım hiç ermiyor.

Yazıyı buraya kadar okuduysanız dinen böyle saçmalık olmayacağı anlaşılıyordur herhalde.

Diyanet gerçekten Müslüman halka bir hizmet olsun diye mi böyle bir bağış kampanyası yapıyor yoksa işin içinde başka numaralar mı var?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bahçeli’nin 28 Şubat’la derdi nedir?

Saray iktidarının intikam davalarından biri olan 28 Şubat davasında nihayet olumlu bir sonuca ulaşıldı.

Adli Tıp Kurumu’nun cezaevinde tutulan hepsi 80 yaşın üzerinde olan generallerin hapishanede kalmalarının sakıncalı olduğu yönündeki kararı bir yıl sonra uygulamaya kondu.

Erdoğan, intikam davası ile ilgili bu yöndeki kararı bir yıl masasında tuttuktan sonra imzaladı.

Yandaş medya bu kararı, “Erdoğan 28 Şubatçı generalleri affetti” diye duyurdu.

Doğaldır, her türlü çirkinliği yapmaya alışmış bir medyanın böyle bir durumda da yalakalık yapması şaşırtıcı değil.

Ancak beni şaşırtan MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin tavrı oldu.

Merak ettiğim şu; Bahçeli’nin 28 Şubat’la e alıp veremediği ne var?

Neymiş, Çetin Doğan “Af söz konusu değil doğrudan doğruya anayasal görevin Cumhurbaşkanı tarafından geç olarak yerine getirilmesidir” demiş, bu çok ayıpmış, Erdoğan vicdanlı olduğu için bu generalleri affetmiş.

Zamanında 28 Şubat’ın en hararetli destekçisiydi. 28 Şubatçıların kurdurduğu koalisyon hükümetinde yer aldı, 28 Şubat MGK’sında alınan kararların uygulanması için elinden geleni yaptı.

Tabii aradan 20 yılı aşkın zaman geçti, Bahçeli de çok değişti, ama yine de Erdoğan’ın hoşuna gitsin diye 80 yaşındaki generalleri aşağılaması bana göre hoş olmadı.

ŞAKA GİBİ

CNN Türk, Sezgin Baran’ın izini sürmüş ve yakalamış

Bugün yayınlanacak yazılarım için hazırlık yaparken hastanedeki yatağımda kucağımda bilgisayar, haber sitelerini geziyorum.

Hürriyet gazetesinin internet sitesindeki bir haberin başlığı çok ilgimi çekti.

Diyor ki “CNN Türk firari SBK’yı buldu.”

SBK diye büyük harflerle kodlanan kişi Sezgin Baran Korkmaz.

Vay canına ne büyük başarı.

Başlığı görünce zannedersiniz ki SBK kaçak durumda, kimse yerini yurdunu bilmiyor ve onun bir fotoğrafını bile çekmek neredeyse mümkün değil ama CNN Türk bırakın uzaktan fotoğraf çekmeyi bizzat adamı bulup konuşmuş.

Ama haberi okuduğunuzda karşınıza çok farklı bir şey çıkıyor.

Sezgin Baran Korkmaz’ın bulunduğu falan yok, zaten NewYork’ta Türk günü yapılıyor, adam bu yürüyüşe gelmiş, AKP’nin bu yürüyüşe katılmaları için gönderdiği milletvekilleriyle ve yetkilileriyle birlikte yürüyor, konuşuyor, şakalaşıyor.

Ayrıca adamı CNN Türk’ün bulduğu falan yok, canlı yayın sırasında sunucunun yanına geliyor ve kendini tanıtıp sorular sorulmasını istiyor.

Ama CNN Türk hava atacak ya “Biz bulduk” başlığı atıyor.

Aferin size.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Bu fotoğraf pek hoş olmadı

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2015 yılında başlayan Avrupa Oyunları’nın 2027’de Türkiye’de düzenlenmesi için yapılan protokolün imza töreni için Roma’ya gitti geçen hafta.

Ama bu imza töreninden fazla İmamoğlu’nun özel uçak tutması, çok sayıda gazeteciyi yanında götürmesi konuşuldu.

73 kişilik imza töreni kafilesinin 45’ini gazeteciler oluşturmuş.

Bu heyet Parco Dei Principi Grande Hotel & Spa’da konaklamış.

Herkes davetli olduğu için bütün masrafları İstanbul Belediyesi ödemiş.

Tamam bu spor organizasyonu İstanbul’un prestiji için önemlidir belki ama bir tören için bu kadar çok sayıda gazeteciyi özel uçaklarla taşımak, yedirmek içirmek bana göre pek hoş olmamış.

Erdoğan’ı yıllardır “sadece kendi gazetecilerini yanına almakla” ve bu gezilerde “anormal bir israf yapmakla” suçlayanların şimdi aşağı yukarı aynısını İmamoğlu’nun heyetine girerek yapmaları da sanki biraz ilkesizlik gibi.

Hele gazeteciliği bıraktıktan sonra soap yazarlığa soyunan Ertuğrul Özkök’ün “Erdoğan’ın uçağı- İmamoğlu’nun uçağı kıyaslaması” yapması da bana çok komik geldi.

Millet bu kadar çok gazetecinin fotoğrafını görünce ister istemez “Erdoğan’la ne farkı var?” diye soruyor.