AKP Grup Toplantısı öncesinde Ulaştırma Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Gebze’de durduk yere yıkılan ve 4 kişinin ölümüne neden olan bina ile ilgili tam 7 gündür süren sessizliğini bozdu.

Bozdu dediysem; bozmak zorunda kaldı.

Çünkü kendisine bu soru yöneltildi.                  

Soru netti:
“Gebze’de bir ev çöktü. Bunun metro inşaatıyla ilgisi var mı? Bakanlık olarak bir inceleme yaptınız mı? Bir ihmal söz konusu mu?”

Bakanın ilk merak ettiği şey ise yanıt değil, sorunun hangi kurumdan geldiğiydi.

Önce bunun yanıtını aldı, sonra uzun bir açıklama yaptı:

“Biz özellikle bu başlatılan inceleme ve soruşturmanın soncuna etki eder düşüncesi ile kamuoyuna bir bilgi paylaşmıyoruz. Savcılık bir soruşturma başlattı. Çevre Şehircilik Bakanlığımız, AFAD bir inceleme başlattı. Biz de başlattık bunun sonucunu görmek lazım. Burada belli riskler var. Eski bir dere yatağı söz konusu, yer altı su seviyesine müdahale söz konusu, deprem riskleri söz konusu, mutlaka metro inşaatının olmuş olması... Bunlar risklerdir. Metro inşaatı biteli iki yıl oldu, metroda hiçbir deformasyon yok, sonucunu görelim, sonucuna göre bakanlık olarak da biz neyi yapmamız gerekir kararını vereceğiz, süreci yakından takip ediyoruz. Kamuoyunu da yanlış bilgilendirmeyelim ve yönlendirmeyelim.”

★★★

Elbette, bir bakanın “Bekleyelim, inceleyelim, sonucu görelim” demesi ilk bakışta makul gelebilir.
Ama bu ülkede, “sonucu görelim” dediğimiz her olayın ardından gelen sessizliğin ne anlama geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz.

Çünkü biz, deprem olmadan çöken binalar ülkesiyiz.

Konya’nın 21 yıllık acısı Zümrüt Apartmanı faciasında 92 can yitirdik.

6 yıllık bina, hiçbir sarsıntı olmadan, bir anda çöktü.

Yargı sürecinde ortaya çıkan ihmallerin ardı arkası kesilmedi.

En ağır ceza alan müteahhit 5 yıl hapse mahkum edildi.

Sonra Kartal Yeşilyurt Apartmanı.

Ne acı bir tesadüf ki 2019 yılının 6 Şubat’ıydı.

21 kişi hayatını kaybetti.

Yine raporlar dolusu ihmal zinciri, yine cezasızlık.

Dava hala sürüyor, tutuklu tek bir sanık bile yok.

★★★

Bugün 2025 Türkiye’sinde, Gebze’de bir bina daha çöktü.

Çevredeki 25 bina ve 31 iş yeri mühürlendi.

Hala aynı soruları soruyoruz:
Bir bina nasıl durduk yere çöker?
Neden yine kimse sorumluluk almaz?
Ve neden hala cevaplar “hangi kurumdan sordun” diye başlar?

★★★

Bugün mesele ne sadece mühendislik hatası, ne de çürük beton.

Mesele, sistemin kendi kendini sorgulamayı bırakmasıdır.
İhmalin kader gibi sunulması, hesabın vicdana değil prosedüre bırakılmasıdır...

Sorumluların gerçekten yargılandığı, adaletin işlediği, cezaların caydırıcı olduğu bir ülkede...
Elbette bakanın dediği gibi “yakından takip ediyoruz, süreci görelim sonra karar veririz” sözüne güvenebiliriz.
Sormayabiliriz.
Bekleyebiliriz.
İncelemelerin sonucunu görebiliriz.

Ama o düzen henüz kurulmadı.

O yüzden — Sormaya, sorgulamaya, peşine düşmeye mecburuz.

Küçük Amerika, Büyük Türkiye

Bugün, ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci kez kazandığı seçimlerin birinci yılı.

Trump’a yıldönümü hediyesi, doğduğu şehir New York’tan geldi.
Belediye başkanlığını son dönemde Trump’ın en nefret ettiği kişi Zohran Mamdani kazandı.

Mamdani 34 yaşında.
Uganda doğumlu, Hint asıllı, eşi Suriyeli bir göçmen.
Yani Trump’ın tanımladığı her “öteki”yi bünyesinde barındıran biri.

Seçim kampanyasını “Satın alınabilirlik” teması üzerine kurdu.

“Dünyanın en güzel şehrinde yaşasan ne olur,” dedi, “Geçinemiyorsan bunun kime ne faydası var?” diye sordu.

Bir nevi modern Robin Hood.

Zenginden daha fazla vergi alacak, yoksullar için sosyal projeler başlatacak.
Sosyal konutlar yapacak, belediye kreşleri açacak, belediye marketleri kuracak,
üniversite öğrencilerine eğitim desteği verecek, yeni doğan setleri dağıtacak.
Yani özetle: insanca yaşamayı savunacak.
Vaatleri tanıdık.
Kendisine yönelen direnç de.

Trump, seçimden önce onu “komünist” diye yaftaladı.
Mamdani’nin anketlerde önde olduğunu görünce, federal fonları kesmekle tehdit etti.
“New Yorklular hizmet alamaz,” dedi özetle.
Ancak tehdit işe yaramadı.

Mamdani seçimleri açık ara farkla kazandı.

Trump taraftarları bu kez de seçimlere hile karıştığını ileri sürdü.

Algı operasyonu başladı, seçimlerin iptal edilmesi için sosyal medya kampanyaları devreye girdi.

Tanıdık senaryo.

Trump, yenilginin ardından tek cümle yazdı: Başlıyoruz!

Ayrıntı vermedi.

Ancak ne başlattığını herkes biliyor.

Bir intikam siyaseti.

Bir hesaplaşma dönemi.
Bir “Amerika’yı geri alma” hayali.

★★★

1950’lerde Demokrat Parti iktidarının en ünlü sloganıydı: Türkiye küçük Amerika olacak!

O yıllarda Amerika, özgür dünyanın sembolüydü.
Demokrasi, refah, kalkınma, fırsat eşitliği demekti...

Bugünse tablo tam tersi.

 “New York’u alan ABD’yi alır mı” bilinmez ama, ABD giderek Türkiye’ye benziyor.

Siyasetin ötekileştirme üzerinden yürüdüğü, yargıya güvenin eridiği, sandığın bile kutuplaşmayı çözemez hale geldiği bir ülkeye dönüşüyor.

Büyük Türkiye sendromu dünyaya yayılıyor.