ANALİZ
Biz bu darbe çığırtkanlığını biliyoruz
Yeni mezun teğmenlere çok ağır cezalar gelmek üzere.
Tahminler başta okul birincisi Ebru Eroğlu olmak üzere çok sayıda yeni mezun teğmenin ordudan ihraç edileceği yönünde.
Hukukçular ve eski askerlerin görüşüne göre ortada ciddi bir disiplin suçu yok.
İlle bir disiplin suçu olduğuna karar verilse bile bu teğmenlerin ordudan ihraç edilmelerine asla yol açmaz.
Kınama cezası bile yeter.
Ancak her şeyde olduğu gibi burada da kararı askerler değil, Erdoğan’ın vereceği de herkesin malumu.
Nitekim Erdoğan parti yetkililerinin “Teğmenleri anlayışla karşılayalım” açıklamalarından sonra konuya çok sert biçimde girmiş ve “Kime kılıç çekiyor bunlar, hesabını verecekler” demişti.
Erdoğan öyle konuşunca konu bir anda yön değiştirdi ve yandaş medya azgınca ayağa kalkarak teğmenlerin cunta kurduğunu, bunun bir darbe hazırlığı olduğunu, mutlaka en ağır ceza verilmesi gerektiğini söylemeye başladılar.
Bu tartışmaları izlerken aklım bundan 15 yıl öncesine gitti.
O zamanlar tamamen AKP ve cemaatin kurduğu bir Ergenekon kumpası vardı.
Önce bazı aydınlarla ve emekli askerlerle başlayan o iğrenç operasyon giderek muvazzaf askerlere ve kuvvet komutanlarına ulaşmıştı.
Yüzlerce subay ve sivil aydın yıllarca hapiste tutulmuştu.
Ne zamanki AKP ile cemaat para pazarlığına düştü, kumpas o zaman itiraf edildi ve cemaat “FETÖ” tanımlaması ile tasfiye edildi.
O dönemde cemaat üyeleri ile cemaatin açık destekçileri ekranlarda hep aynı sözü söylüyordu;
“Ordu ve sivil işbirlikçileri darbe hazırlığında, bunlar darbe yapmak için fırsat kolluyordu, bu operasyonla Türkiye’nin başına bela olan darbecilerden ve vesayetçilerden kurtulacağız.”
Cemaatin ekran sözcüleri tasfiye edildi ama onlara gönüllü destek veren ve 15 Temmuz’dan sonra sanki FETÖ düşmanı olmuş gibi yapanlar teğmenler olayından sonra yanı sözleri tekrarlamaya başladı.
Yine “darbe de darbe” diye tepiniyorlar ekranlarda.
İşte ben buna çok gülüyorum ama aynı şekilde de öfkeleniyorum.
Çünkü zamanında “Bu millet darbelerden çok çekti, artık o dönemi tümüyle bitirmemiz gerek, ordunun siyaset üzerindeki egemenliğini bitirmeliyiz” diyenler 15 Temmuz’da karşımıza “askeri darbeci” olarak çıktı.
Yani güya darbe karşıtı olanlar sonunda kendileri darbe yapmaya kalkışmıştı.
Tabii o günlerin pek çok noktası hâlâ çok karanlık orası da ayrı konu ama şimdi ekranlarda “darbe yapacak bu teğmenler, hepsinin hesabı görülmeli” diyenleri duydukça aklıma hep bu geliyor.
Ne bileyim, insan ister istemez korkuyor, “aman darbe olacak” diyenlerin darbeye kalkıştıklarını bilince öyle oluyor belki de.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Şeriat istiyorsan orada işin ne?
Almanya’da bir grup radikal İslamcı “şeriat isteriz” diye gösteri yapmaya kalkınca Alman polisinin çok sert müdahalesi ile karşılaştı.
Görüntüleri ben de izledim.
Gerçekten çok acımasız bir müdahaleydi, bizim polisin muhaliflere karşı davranışının bir benzeriydi, anlayın yani.
Polisin bu kadar sert tutumunu ebette ne ülkemizde ne de başka ülkelerde asla tasvip edemem.
Sadece Almanya sokaklarında şeriat gösterisi yapanları anlamadığımı söylemek isterim.
Gazeteci dostum Fatih Güllapoğlu Avrupa ülkelerinde şeriat gösterisi yapanlara yönelik çok güzel bir not yazmış sosyal medya hesabında.
Sizinle de paylaşmak istedim.
Şöyle diyor Fatih Güllapoğlu;
Berlin’de bir grup, muhtemelen, “Sığınmacı” genç, “Şeriat” ve “Cihat” isteriz diye sokağa çıkınca Alman polisinin sert müdahalesi ile karşılaştı.
İçlerinde pek Türk göremediğim bu güruha diyorum ki, hepiniz korkaksınız!
Eğer Cihat istiyorsan neden Gazze’de, Golan tepelerinde, Kudüs’te savaşmıyorsunuz?
Çünkü hem korkak hem sahtekârsınız!
Eğer Cihat istiyorsan yabancıların bir bölümü hariç tamamına yakını Hristiyan olan Almanya’da işin ne?
Çünkü korkaksınız! Çünkü kendi ülkelerinizden korkudan kaçtınız ve Hristiyan Almanya’ya sığındınız!
Hristiyan Alman sayesinde sıcak yemeğini ye, sıcak yatağında yat, sokaklarında ölüm korkusu olmadan dolaş; sonra da “Şeriat isteriz”, “Cihat isteriz” diye bağır.
Hadi oradan korkak sahtekârlar! 19 Kasım 2024-Salı-Fatih Güllâpoğlu
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
İsrail yolcu uçakları hava sahamızı kullanıyor mu?
Son günlerin flaş haberlerinden biri İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Azerbaycan’a gitmek için Türkiye hava sahasını kullanma talebinin reddedilmesiydi.
Azerbaycan’da İklim Konferansına katılacak olan Herzog güvenli olduğu gerekçesiyle Türkiye hava sahasını kullanmak istemiş ancak bu kabul edilmemişti.
AKP Genel Başkanı Erdoğan Brezilya dönüşü bu iznin verilmediğini doğruladı ve “İsrail’e karşı yaptırımlar uyguluyoruz bu da bunun bir parçası” dedi.
Merakım şu; İsrailli bakanı Türk hava sahasını kullandırmamak elbette doğru bir karardır. Ancak aynı uygulama İsrail hava yollarına da uygulanıyor mu?
Bilindiği kadarıyla İsrail’in sivil yolcu uçakları Avrupa uçuşlarında daha kısa olduğu ve yakıttan tasarruf edildiği için Türk hava sahasını kullanıyor.
Hava sahasının kapatılması halinde İsrail uçaklarının yolu uzayacağı için yakıt masrafı çok artacaktır.
Havacılık uzmanları İsrail’in bu maliyeti karşılamakta zorluk çekeceğini ve bu uçuşlarda zarar edeceğini söylüyor.
Peki Erdoğan hava sahamızı İsrail yolcu uçaklarına da kapatabilir mi?
O biraz zor gibi görünüyor.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Yusuf Tekin’in savunması bile laikliğe aykırı
Durup dururken yarattığı laiklik tartışması ile şimşekleri üzerine çeken Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin kendisini savunmak için sabahın 9’unda TV 100’de program yapan Kübra Par’ı telefonla aramış.
Tekin şunları söylemiş; “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile tüm azınlık gruplarının haklarını güvence altına alan evrensel laiklik anlayışına uygun bir model geliştirdik. CHP milletvekilleri meclis bütçe komisyonunda Türkiye Yüzyılı Maarif Modelini laiklik üzerinden eleştirdiler, o konuşmamda bu eleştirilere yanıt verdim, laiklik tartışmasını ben açmadım.”
Yani bakan bey asıl tartışmayı CHP’nin başlattığını söylüyor ama savunmasının tamamı anayasada belirtilen laikliğe tümüyle aykırı.
Çünkü Bakan Tekin tüm azınlık grupların haklarını güvence altına alan bir eğitim programı hazırladıklarını söylüyor ama devletin böyle bir görevi yok.
Devletin hangisi olursa olsun dini öğretmek, sevdirmek gibi işlevi yüklenmesi de mümkün değil.
Din ve inanç kişiseldir, devleti ilgilendirmez, devlet dinler ve inançlar arasında ayırım yapmaz, hukuk önünde herkesi eşit kılar, ki bu görev de milli eğitimin işi değildir.
Bakan güya “bütün inançlara saygı” adı altında kendi dinsel inancını eğitime sokmak “dindar-kindar” bir nesil yetiştirmek istemektedir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Başınız göğe ermiştir artık
Türkiye’nin yüz akı aydınlarından Nasuh Mahruki tutuklandı.
Suçu her zamanki gibi çok komik.
Twitter üzerinden bir paylaşım yapmış.
Mahruki bu twitinde seçimlerde hile yapılmış olabileceğini belirtiyor.
Bunun üzerine hakkında “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma ve yargı organlarını alenen aşağılama” iddiasıyla soruşturma açılmış.
Mahruki’nin evine bir hafta önce baskın yapılmış ancak o sırada evde bulunamamıştı.
Nasuh Mahruki dün savcılığa gidip ifade verdi ve ardından çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı.
Ne oldu şimdi?
Mahruki hakkında linç kampanyası açanların başı göğe mi erdi yani?
Bir taraftan “demokrasi ve özgürlükler konusunda en büyük atılımları biz yaptık” diye böbürlenecekseniz sonra böyle eften püften suçlamalarla Türkiye’nin aydınlarını hapse atacaksınız.
Sonra tepkiler gelince de “Dış odakların işi, bunlar hain” diye algı yaratacaksınız.
Nereye kadar.
Çöküş döneminin ayak sesleri artık çok güçlü biçimde duyuluyor.