Cumhurbaşkanı Erdoğan, cuma günü yaptığı açıklamada düşük faizli günleri özlediğini söyledi.

Tam da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in koltuğu sallanıyor iddiaları ortalığı kasıp kavururken “nas ekonomisi”ne dönüş sinyali verdi.

“Rasyonel”in bu denli pamuk ipliğine bağlı olduğunun hatırlanması, birçok kişide kaygı yarattı.

Zira “epistemolojik” kopuş yaşayan milyonlar aradan geçen zamana rağmen hâlâ normale dönemedi.

TÜİK’in “makyajlı” verileriyle dahi enflasyon rekor kırdı, alım gücü eridikçe eridi.

Fatura hâlâ halkın sırtına yazılıyor.

Bugün yeni enflasyon verisi açıklanacak.

Ne kadar güvenilir olduğu ayrı bir tartışma.

Ama milyonlarca memur ve emekli için temmuz zammı hesabı bir adım daha netleşecek.

Oran muğlak ama o zam oranının bu yılki kaybı bile telafi etmeyeceği şimdiden belli.

Çünkü gerçekler net.

Çünkü TÜİK’in dün açıkladığı bir diğer veri, ülkenin ekonomik gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Türkiye genelinde hanehalklarının yaptığı harcamalarda en büyük pay %26 ile konut ve kiraya gidiyor. İkinci sırada %21,6 ile ulaştırma, üçüncü sırada ise %18,1 ile gıda ve alkolsüz içecekler yer alıyor.

Yani halkın geliri, sadece barınma, ulaşım ve beslenmeye yetiyor.
Keyfi harcamalardan, kültürel etkinliklerden, kıyafetten, tatilden söz etmek lüks bile değil, hayal!
Bugün yeni bir ayakkabı almak ya da bir kahve içmek için bile iki kere düşünülüyor.

Ama “nas” hâlâ özleniyor...

Ekonomik kriz bir kavram olmaktan çıktı, artık bir yaşam biçimi bu ülkede.

Günü kurtaran, borcu borçla çeviren, en ucuzu arayan milyonlar olduk.

Peki, “nas”a dönme hayali kuranlar, halkın dönülmez bir yolda olduğunu görmüyor mu?

Konuşmanın bedeli vardı şimdi susmanın da var

İBB’nin seçilmiş başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası gelen tepkiler kadar gelmeyenleri de konuşmak gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “tutuklamanın ekonomiye etkisi olmadı” dedi.
Yabancı yatırımcıların ilk başta Gezi benzeri eylemlerden kaygı duyduğunu, sonra bu korkunun geçtiğini anlattı.

Oysa tablo farklıydı:

19 Mart sonrası dolar 42 TL’yi gördü.

Tekrar başladığı yere inmesi için 60 milyar dolara yakın rezerv satıldı.

Merkez Bankası başlattığı faiz indirimi patikasından dönmek zorunda kaldı.

Borsa mart ayında tarihi kayıplar yaşadı.

Peki, tüm bu veriler ortadayken Cevdet Yılmaz’a bu cümleleri kurduran neydi?

Tam da girişte bahsettiğim şey: Sessizlik.

Muhalefet dışında, olan bitene karşı derin bir suskunluk hakim.
“Aman Ali Rıza Bey, ağzımızın tadı kaçmasın” tutumu her yeri sarmış durumda.

İktidara yakınlığıyla bilinen MÜSİAD Başkanı Burhan Özdemir’in “Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ülke ekonomisine hıçkırık kadar etkisi oldu” demesi boşa değil.
İş dünyası sessiz.

İş dünyası olan bitene karışmıyor.

İmamoğlu’nun hafta sonu cezaevinden verdiği mesaj bu yüzden önemli.
Twitter mesajında “Kimse bana bir şey olmaz demesin. Bu hukuksuz akıl, ayağınızın altındaki halıyı bir anda çekiverir” dedi İmamoğlu.

Bu çağrı sadece bir tutuklunun duygusal çıkışı değil.
Ekonomik ve siyasal zeminde yaklaşan bir kırılmaya işaret.

Çünkü Türkiye öyle bir noktaya geldi ki; susmak artık nötr kalmak değil.
Susmak bir pozisyon almak.
“Bir şey olmaz” refleksiyle yapılan her geri çekilme, sistemin yeniden üretimine katkı sunuyor.

Ve bu sistem, kendisinden olmayan herkesi önce dışlıyor, sonra hedefe koyuyor.

İmamoğlu bu nedenle susmanın da bir maliyeti olacağını hatırlatıyor.
Çağrısı, sadece siyasilere değil; iş dünyasına, sivil topluma, geleceği şekillendirmek isteyen herkese yönelik açık bir uyarı.

Bu çağrıya cevap gelir mi, yoksa yine sessizlik mi yankılanır?
Belli değil.

Ama bilinen şu:

Bu ülkede konuşmanın bedeli vardı.
Artık konuşmamanın da maliyeti olabilir.