Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2024 yılına ilişkin Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçları açıklandı. Türkiye’de mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı, 2023’te yüzde 52,7 iken geçen yıl yüzde 49,6’ya geriledi. Evli bireylerin evli olmayanlara göre daha mutlu olduğu tespit edildi.
Hepimiz mutluluğu arıyoruz...
Usta Ahmet Hamdi Tanpınar’ın meşhur ifadesiyle “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” maalesef.
Okuyor, doktor oluyorsun, şiddetle mücadele ediyor, emeğinin karşılığını alamıyorsun.
Okuyor, avukat oluyorsun, yasaları hatmediyor, sonra yasaların bir hükmünün kalmadığını görüyorsun.
Okuyor, mühendis oluyorsun, sonra işimi nasıl yurt dışında yapabilirim diye çare aramaya başlıyorsun.
Çalışıyor, didiniyor, iş insanı oluyorsun, sonra elemanın maaşını, şirketin kirasını nasıl öderim diye bakıyorsun.
Öğretmen oluyorsun, çocukların parlak gözlerine bakarak eğitim vermenin hayalini kuruyorsun, atanamıyorsun.
Sanatçı oluyorsun, oynadığın karakterden yargılanıyorsun.
Gazeteci oluyor, kelle koltukta iş yapıyor, hapsi boyluyorsun.
Siyasetçi oluyorsun, birilerine rakip olunca soruşturuluyorsun.
İki eğleneyim, sosyalleşeyim diyorsun, sahte içkiden zehirlenip ölüyorsun.
Aile kurayım diyorsun, pahalılıktan evlenemiyorsun.
Çocuğumu iyi bir okulda okutayım diyorsun, paran yetmiyor.
Gençsin, arkadaşlarınla buluşacaksın, akbilin basmıyor.
Emeklisin, arkadaşlarla kahvede bile çay içemiyorsun.
Kredi alıp birkaç ay rahat edeyim diyorsun, sonra kredini ödeyemiyor, icrayla uğraşıyorsun.
Hal böyle olunca mutluluk arayışın da sınırlanıyor.
Orta yaşlı Bridget, ataletinden genç sevgiliyle kurtulsa da artık riski görüyor.
Yeni nesil mutluluk tarikatlarına başvuruyor, “evrenden iste gelsin”cilere başvuruyorsun.
Biliyor musunuz, en çok kişisel gelişim kitapları satıyor, okuyor, asla kişisel gelişemiyorsun.
Malum biz gazeteciler de bu sıkışmışlıktan en çok nasibini alan gruptayız.
İşte böyle bir Pazar günü kız kardeşim Gülbin ile “Hiç mi gülmeyeceğiz, hiç mi mutlu olmayacağız” diye konuşurken, Bridget Jones’un yeni bölümünün (Bridget Jones: Mad About the Boy) vizyona girdiğini gördük.
Evde resmi kıyafetimiz olan çiçekli pijamalarımızı mecburen çıkarıp, yola düştük.
Mısırlarımızı alıp, sinemaya girdik.
En başta Mark Darcy’nin Sudan’daki ölüm haberini alınca çok üzüldüm tabii.
Dört yıl geçmişti, Bridget bu kez dul, iki çocuklu, orta yaşlı bir kadın olarak karşımızdaydı ve her zamanki Bridget bizi o haliyle bile mutlu etti.
Yakın dostu Daniel Cleaver’ı Hugh Grant’in oynamasının da bu mutlulukta bir payı vardır ama konumuz o değil.
Helen Fielding’in “Bridget Jones’un Günlüğü” adlı romanı ‘90’ların ikinci yarısında popülerleşti, 2000’lerin başında sinemaya uyarlandı ve bir seriye dönüştü.
Bridget bizden biriydi. Hayatını düzene koymaya çalışırken kalbi kırılan, o kalbi kendisi ve dostlarının tamirine bırakan, iyi sevgiliyi ararken başına gelmeyen kalmayan bir kadın ve gerçek bir insan!
Gençliğimizi birlikte geçirdiğimiz Bridget bu kez 50’sine merdiven dayamış. Üstelik aşık olduğu adam –ki o Mark Darcy hepimizin aşkıydı, değil mi kızlar- ölmüş, iki çocuğuyla yaşama tutunmaya çalışıyor.
Dağınık evinde kendisine bir türlü vakit ayıramadığı için çıldırırken, çocukları okula götürürken dahi ayağından pijamayı çıkarmayan Bridget bizi, yine o sakarlıklarından birinde bir ağaca asılı kalmışken gördüğü genç adam üzerinden orta yaş kafasıyla yüzleştiriyor. Kafana vurmadan, eğlendirerek, yaralara pansuman yaparak...
Bir zamanlar bir yazı okumuştum. 40’ından sonra kadınların nasıl güçlendiğine dair bir yazıydı. Okuduğumda 30’larımdaydım, oturup 40’ları beklemeye başladım. Çünkü o zaman kafama taktığım her şeyde aynı cümle bana yardımcı olacaktı: “Daha önce geçti, yine geçer!”
Sahiden öyle olduğunu gördüm. Hayatın akışının farkına vardığın, hiçbir şeyin dünyanın sonu olmadığını anladığın, soğukkanlı bakmanın erdemine vardığın yıllar.
Yeni bölümde Leo Woodall, Emma Thompson, Renée Zellweger, Hugh Grant and Chiwetel Ejiofor rol alıyor.
Şimdi 50’lerimdeyim. Heybe büyüdükçe tahammülün azaldığını görüyorum. Kimseyle “Ayıp olmasın” diye oturup sohbet etmiyorum, istemediğimle görüşmeme konforunu yaşıyorum. Bridget’te gördüm, kafası karışmışlara prim vermemeyi öğreniyorsun. Hayatta netlik arıyorsun. Sen netsin! Sonunu biliyorsun, başka hikâyelerin içinde değil, kendi hikâyenin içinde yaşıyorsun. 50’ler güzel. Bridget çok güzel. İzleyin derim, siyasetin bu bizi sarsan, yarına ilişkin sadece endişe veren, mutsuzluk çukuruna düşüren ortamında inanın iyi geliyor.
Türkiye bir şarkı olsa ‘Kaybolan Yıllar’ olurdu
Bugün ‘Apolitik’ soruları, 24. ve 27. Dönem milletvekili, deneyimli siyasetçi Aytun Çıray yanıtladı.
Aytun Çıray, çocukluk fotoğrafında 10 yaşında.
- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
İşleri gereği bizden uzakta yaşayan kızlarıma günaydın diyerek iyi temennilerde bulunurum.
- En son hangi kitabı okudunuz?
Dorian Gray’in Portresi/Oscar Wilde. (Yıllar sonra ikinci kez)
- En son hangi filmi izlediniz?
Uyanışlar/Robert De Niro, Robin Wiliams, Julia Kavner.
- En sevdiğiniz ses ne sesi?
Baharın geldiğini müjdeleyen kumru sesi.
- En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Kutlama/Sezen Aksu, Bir Bahar Akşamı Rastladım Size/Yaşar Özel, Bir Derdim Var/Mor ve Ötesi.
- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Kaybolan Yıllar.
- Aşka inanır mısınız?
Çok.
- Kırmızıçizginiz nedir?
Atatürk ve kurucu ilkeler.
- En sevdiğiniz yemek?
Zeytinyağlı enginar.
- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Sakatatlar.
- Sizi ne heyecanlandırır?
Başarmak.
- Yağmur mu, güneş mi?
Güneş.
- Güz mü, ilkbahar mı?
İlkbahar
- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
İkiyüzlülük, kokmaz bulaşmaz olmak, kabalık.
- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Anne ve babama bildikleri bir gerçeği, yani onları sevdiğimi sözlü ifade ederdim.
- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Okurum, doğa yürüyüşü yaparım, arkadaşlarımla daha sık görüşürüm.
- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Atatürk’ün yakın arkadaşı.
- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Ne yazık ki hayır.
- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Sağlıkla gittiği yere kadar.