Haberi BBC Türkçe’nin hazırladığı videoda izledim.
Ülkemizde yaşayan Ruslar “Türkiye’de ilgi çekici ve istikrarlı bir gelecek görmek zor” diyorlardı.
“Türkler açık görüşlü ve nazik insanlar ama hayat gerçekten pahalanıyor. Bu yüzden burada yaşamak çok zor” diyen de vardı.
Birinin İspanya’daki bir arkadaşının kirası gelecek yıl 10 Euro artacakmış. Ancak burada yaşayanın üç yılda üç kart artmış.
TÜİK’in verilerine göre 2021’de 66 bin 786 Rus burada yaşarken, 2023’ten itibaren keskin bir düşüş yaşanıyor. Önce 102 bine, sonra 2025’te 75 bin 780 bine düşüyor.
Antalya’da kendilerine ait okullar kuruyor, Türklerle evleniyor, iş kuruyorlardı. Şehir Ruslarla anılıyordu. Sadece Antalya değil, birçok yerde.
Üstelik turizme büyük bir katkıları vardı. Soğuk ülkelerinden yazın uzun sürdüğü Türkiye’ye geliyorlardı.
Rusya’ya gittiğimde sokak röportajı yapmak istemiş, Ukrayna-Rusya savaşını sormuştum. Buna cevap veren olmadı, ancak Türkiye’yi ne kadar sevdiğini anlatan, üstelik bunu Türkçe ifade eden onlarca kişiye rastladım.
İngilizce bilenin az olduğu alışveriş merkezlerinde, birden bire Türkçe konuşmaya başlıyorlardı.
Gerçekten uzun zamandır bir iyi bir kötü ilerleyen Türk-Rus politikasına rağmen Rusların Türkiye’ye sevgisi ve ilgisi hiç azalmadı.
Şimdi onlar da hayat pahalılığından şikayet ediyor.
Başka ülkelere göç ediyor ya da memleketlerine dönüyorlar.
Tıpkı turist Araplar gibi.
Geçen gün yine bir sokak röportajı yapılmıştı. Turistik yerlerdeki esnaf, artık Araplara bile Türkiye’nin pahalı geldiğini söylüyordu dönerci esnafı.
Peki paralı Rus’a, ülkesinden petrol fışkıran, memleketin lüks mağazalarının önünde kuyruk oluşturan Arap’a bile ülkemiz pahalı geliyorsa asgari ücretli ne yapsın?
Asgari ücret dediğimiz, artık asgari ücret değil.
‘İşini bilen’in dışında kazanılan ortalama ücret. Ne kiraya yetiyor, ne gıdaya, ne eğitime.
Herkes ikinci bir işi yapmaya başladı. İnsanlar mutsuz.
Mutlak butlan kararı çıkmayınca –ki neden çıksın zaten- dövizin nasıl düştüğünü, borsanın nasıl göbek attığını gördük değil mi?
Siyaset bu ülkeyi stratejiyle değil, kinle, nefretle yönetiyor.
İş insanından, gazetecisinden, entelektüelinden, bilim insanından hepsinden hınç alıyor gibi davranıyor.
O öyle davrandıkça batıyoruz.
Tenceremiz kaynamıyor, büfede döner ekmek bile lüks hale geliyor.
Beni ne Rus ne de Arap’ın gitmesi etkiliyor. Elbette turizm gelirleri açısından acıklı bir durum.
Ancak benim gerçekten canımı acıtan nitelikli insan gücümüzün bizi terk ediyor oluşu.
Doç. Dr. Onur Alp Yılmaz ile birlikte yazdığımız, yeni çıkan kitabımız ‘Orta Sınıfın Düşüşü’nü yazarken bu konuda ne kadar yaralı olduğumuzu bir kez daha gördüm.
Bakın TÜİK’in rakamları yine. Geçen yıla ilişkin yükseköğretim beyin göçü istatistiklerini açıklamış.
En yüksek beyin göçü oranına sahip eğitim ve öğretim alanı, yüzde 6,7 ile bilişim ve iletişim teknolojileri. Bu alanı, yüzde 4,4 ile mühendislik, imalat ve inşaat, yüzde 2,7 ile doğa bilimleri, matematik ve istatistik takip
ediyor.
Mezunların beyin göçü oranları incelendiğinde ise en yüksek beyin göçü oranına sahip lisans programı yüzde 15 ile moleküler biyoloji ve genetik olarak kayıtlara geçiyor.
Mesleklere bakın.
Günümüz dünyasında en çok ihtiyaç duyduklarımız birer birer bizi terk ediyor.
Kimse onlara ‘kal’ diyemiyor. Çünkü kimse geleceği göremiyor.
Genç nüfusumuz olmasıyla övündüğümüz günleri hatırlıyorum.
Şimdi genç ve işsiz, umutsuz nüfusumuzla kaygılanıyoruz.
Siyaset bu yönetim tarzından acilen vazgeçmezse bir gelecekten bahsetmemiz mümkün olmayacak.