Dün 53 yaşıma girdim. Sayın Yapay Zeka’ya ’53 yaş kafası’ nı sordum.
Bana şunları yazdı: “53 yaş kafası, genelde hayatın hem olgunluğunu hem de enerjisini taşıyan bir denge hali. Bu yaşta çoğu insan, deneyimlerinden gelen bir özgüven ve sakinlikle hareket eder. Gençlikteki telaş yerini daha net önceliklere bırakır; aile, sağlık, anlamlı ilişkiler ve kişisel tatmin öne çıkar. Ama bu, maceradan veya yeni şeyler öğrenmekten vazgeçildiği anlamına gelmez! Birçok 53’lük, hala merakla yeni hobiler peşinde koşar, teknolojiye adapte olur ya da kariyerinde yeni bir sayfa açar. Tabii, arada ‘Eskiden bu merdivenleri daha hızlı çıkardım’ diye espri de yapılır. Kişiye göre değişir tabii, ama genelde 53, hem geçmişi kucaklayan hem geleceğe umutla bakan bir kafa.” Sonra da o bana soru sormuş: “Senin 53 yaş kafan nasıl, neler dönüyor sende?”
Anlatayım efendim.
Bir kere ben yaşımın farkında değilim, hatta öyle ki, aynı yaştakilere ya da birkaç yaş büyük insanlara “abi” diyebiliyorum:) (Bu yıl bundan kurtulmaya çalışacağım)
Onlar saygıdan sanıyor ama ben bunu yaşımın farkında olmadığım için yapıyorum.
Haber merkezinde bana sürekli “abla” diyorlar, “Ne ablası be” diye çemkiriyorum.
Hâlâ 20’li yaşlarımdaki kadar çok çalışıyorum.
Ama sana katılıyorum Sayın Yapay Zeka.
Eskiden kafaya taktığım hiçbir şeyi umursamıyorum.
“O şunu demiş”, “Bu, onu demiş”...…Hiiiiç umrumda değil, hatta duyarsam direkt yüzleşiyorum: “Benim için böyle demişsin, neden öyle düşündün” diye kibarca soruyorum. Karşındakinin girdiği halleri görmek çok eğlenceli, hemen bir kahve ısmarlıyorum.
Mesela hiç hak etmediğim halde bir fotoğraftan linçleniyorum. Ah diyorum ya, “Hayat size umarım bir gün ‘neden’ diye sormayı nasip eder.”
Çünkü biliyorum, benimle ilgili değil o linç, linç edenle ilgili. İçinde biriktirdiği öfkeyi boca ediyor üzerime. Üzülüyorum, onun da normalleşmesini diliyorum.
Hayatta her şeyi olağan karşılamayı öğrendim mesela. İçinden çıkamadığım zamanlarda “Daha önce de olmuştu, geçti gitti, yine gidecek” mottoma sığınıyorum.
İnsanları seviyorum ben ya. Salt kötülüğe inanmıyorum, mutlaka bir sebebi vardır diye düşünüyorum. Anlamaya çalışıyorum. Anlaşılmaya çalışılan kötünün, iyiye evrildiğine de şahitlik etmişliğim var.
Ülkede herkes bölündü ya, çabuk gaza geldiğimizi düşünüyorum. Sosyal medyanın herkesi görünür kıldığı bir zeminde, görünmek için ‘olmadığımız biri gibi davranmak’ zorunda kalışımızı izliyorum.
Buna çok üzüldüğüm zamanlarda kedilerime sığınıyorum. Tüylerini okşuyorum, burunlarını öpüyorum, güzel bir kitap okuyorum ve doğada yürüyüş yaparak kendimi iyileştiriyorum.
Evet haklısın, hobiler konusunda ben bir hobi profesyoneliyim.
Resim yapıyorum örneğin. Yaparken de tüm kafayı boşaltıyorum.
Anlamlı ilişkiler kuruyorum. Arkadaşlarımı seçiyorum. Tek derdim onlara fazla zaman ayıramıyorum, artık insanlar beni düğününe bile çağırmaz oldu.
Hiç değişmeyen şeyler var hayatımda...…
Mesela yüksek sese asla tahammül edemiyorum.
Kendinden daha aşağıda gördüğü insanları küçümseyenlere karşı aslan kesiliyorum.
Yanımda garsona kötü davranan biri varsa, “Görüşmeyelim” diyerek kalkabiliyorum.
Vefa’nın bir semt adı olmadığını biliyorum.
Nezaketin hayattaki en güzel şey olduğunu düşünüyorum. Nezaketsiz birine karşı içimdeki terbiyesizi susturduğum zaman büyüyeceğim sanırım.
20’ler telaşla geçti. 30’lar, 40’lar güzeldi. Ama asıl şimdi harika hissediyorum.
Bir gün bir cruise’a binip, balkonunda yatıp, denize karşı hayatımın muhasebesini yapacağım ve ona kadeh kaldıracağım günü hayal ediyorum.
Hoş geldin be 53...… Herkesin iyi hissettiği bir yıl olsun. Çünkü sevdiklerin iyi hissetmeden iyi hissetmeye çalışmak mümkün ama çok zor.
Geçmişe dönsem kendime “Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışma” derdim
Bugün Apolitik soruları CHP Sözcüsü Deniz Yücel yanıtladı.
- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Güne mümkün olduğunca erken başlamaya gayret ederim. Programım uygunsa mutlaka spor yaparım. Sabahları internetten gazete başlıklarını tararım. “Olmazsa olmaz” derseniz, sağlıklı bir kahvaltı diyebilirim.
- En son hangi kitabı okudunuz?
Bir süredir aynı anda birden fazla kitap okuyorum. Bu yöntemle hem zamanı daha verimli kullandığımı düşünüyorum hem de bir kitaptan sıkıldığımda okumayı tamamen bırakmak yerine diğerine geçerek süreklilik sağlamış oluyorum. En son bitirdiğim kitap, Stefan Zweig’in Josef Fouché adlı eseriydi. Şu anda yine Zweig’in Marie Antoinette, Servet Tanilli’nin Fransız Devriminden Portreler ve Fevziye Özberk’in Talat Paşa – İttihat ve Terakki Tarihi kitaplarını okuyorum.
- En son hangi filmi izlediniz?
Defalarca izlediğim ve bir kaç gün önce yeniden izlediğim film Tanrı Kent. Sadece bir film değil; sistemin dışına itilmiş çocukların, sosyal adaletsizliğin çok çarpıcı ve etkileyici bir şekilde işlendiği ve tamamen amatör oyuncularla çekilmiş bir film. İzlerken insanı rahatsız eden bir gerçekliği var. Adaletsizliğin, kaderin, yoksulluğun ve suçun birbirine karıştığı bir hikâye...…
- En sevdiğiniz ses ne sesi?
Birden fazla var aslında...… Keman sesi, kızımın gülüşü ve kuş cıvıltıları ilk aklıma gelenler.
- En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Can’t Take My Eyes Off You – Frankie Valli, Eleanor Rigby – The Beatles, Time After Time – Cyndi Lauper.
- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Sezen Aksu – Gülümse. Çünkü içinde umut, hüzün, mücadele ve direnç var. Tıpkı Türkiye gibi…
- Aşka inanır mısınız?
Elbette inanırım. Gerçek aşkın insanın hayatına bir kez geldiğine ve onu bulabilmenin büyük bir şans olduğuna inanıyorum. Aynı yolda yürüyebileceğin, seni sen olduğun için seven biriyle hayatı paylaşmak; hayattaki en kıymetli şeylerden biri.
- Kırmızı çizginiz nedir?
Haksızlık. Özellikle güçlünün güçsüzü ezmesine, hakkını savunamayan birine haksızlık yapılmasına tahammül edemem.
- En sevdiğiniz yemek?
Çorbanın her türlüsünü severim. Özellikle mercimek ve domates çorbası vazgeçilmezlerim arasında.
- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Türk mutfağı ya da bizim yemek kültürümüz açısından asla yemem dediğim bir şey yok.
- Sizi ne heyecanlandırır?
Yeni bir yolculuğa çıkmak beni heyecanlandırır. Daha önce görmediğim yerleri keşfetmek, yeni insanlarla tanışmak, farklı kültürleri tanımak son derece heyecan verici diye düşünüyorum.
- Yağmur mu, güneş mi?
Sanırım yağmur. Bereketi, temizliği ve ruhu arındıran yönüyle yağmurun huzur verici bir tarafı var.
- Güz mü, ilkbahar mı?
Kesinlikle ilkbahar. Günlerin uzaması, ağaçların çiçek açması, kuş sesleri...…Hepsi bana gençliği ve yenilenmeyi hatırlatıyor.
- İnsanlarda en sevmediğiniz üç özellik nedir?
Hadsizlik, riyakârlık ve empati yoksunluğu.
- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa, kime ne söylerdiniz?
Gençliğimdeki kendime: “Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışma. Bazen akışına bırakmak, sabretmek ve zamanla olgunlaşmak gerekir. Endişelendiğin pek çok şey hiç yaşanmayacak, bazı yaralar ise seni dönüştürecek ve güçlendirecek” derdim.
- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Bol bol kitap okur, açık havada yürüyüş yaparım. Doğayla baş başa kalmak, düşünmek ve yazmak için bulunmaz bir fırsat olurdu.
- Yeniden dünyaya gelseniz ve seçme şansınız olsa, kim olmak isterdiniz?
Yine kendim olmak isterdim. Aynı hayatı yeniden yaşamayı seçerdim ama bu kez erken yaşta keman ya da piyano eğitimi almayı da isterdim.
- Herhangi bir enstrüman çalıyor musunuz?
Gitar çalıyorum. Biri elektro, diğeri klasik olmak üzere iki gitarım var. Çalmaya vakit bulabilirsem bir de akustik gitar almayı düşünüyorum.
- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Hep şunu söylerim: “Bugün varız, yarın yokuz.” O yüzden belli bir yaş hedefim hiç olmadı. Tek dileğim; altı yaşındaki kızımın ve on beş yaşındaki oğlumun hayatta kendi ayakları üzerinde durduklarını görebilmek.