Kimileri az eşya sever, minimalisttir. Bir koltuk bir sehpa yeter.

Ben böyle evlere gittiğim zaman ne kendimi ne de orada yaşayanları mekâna aitmiş gibi hissetmiyorum. Bana göre ev dediğin tablolarla, biblolarla süslenmiş olmalı. Halılarla giydirilmiş olmalı. Baktığın zaman yaşanmışlığı hissetmeli, oradaki hayatın kokusunu içine çekebilmelisin.

Antika eşyalara bayılırım. Anneannemden, teyzemden kalanları, içinde sakladıkları anıları, yaşanmışlıkları ve kendilerine ait ruhlarıyla saklamak belki de aidiyet hissi yaratıyor bende.

Bazılarına çok kalabalık ve yorucu gelebilir ama sevdiğim eşyaları bir arada görmek benim ruhuma iyi geliyor.

İşte bu çok sevdiğim, özenle seçtiğim ve sakladığım nesneler kırıldığında çok üzülüyorum. Hemen atamıyorum onları. Sanki biraz saklarsam bir yolu bulunurmuş, düzeltebilirmişim gibi saklıyorum. İlk etapta ayrılmayı kabullenemiyorum.

Bazı arkadaşlarım kırık şeylerin iyi enerji vermediğini ve hemen onlardan kurtulmam gerektiğini söylüyorlar. Bugüne kadar istemeden de olsa kırılmış, çatlamış birçok şeyi attım.

★★★

Oysa geçen gün okuduğum bir makalede aradığım şeyi buldum: Kintsugi.

Kintsugi, çömlek, vazo ve bardak gibi seramiklerin kırılan kısımlarının altınla birleştirilmesi sanatıymış.

Kintsugi, bir Japon felsefesi olan wabi-sabi’ye dayanır. Wabi-sabi, kusurlu olanı kabul etmek ve onların içindeki güzelliği görmek anlamına gelir. Bu felsefeye göre tamir edilen obje, artık yeni ve farklı bir objedir yani yeniden doğmuştur. Tam bana göre.

Efsaneye göre, Japonya’da bir imparator, çok sevdiği vazosu kırılınca onu Çin’e tamir için gönderir. Ancak vazo metal zımbalarla geri döndüğünde, imparator büyük bir hayal kırıklığı yaşar ve Japon zanaatkârlardan daha güzel bir çözüm bulmalarını ister. Böylece 15. yüzyılda, Kintsugi sanatı doğar. “Kin” altın, “tsugi” ise birleştirmek anlamına geliyormuş.

Bu sanat, kırıkların arasındaki altın sayesinde, kırılmış veya bozulmuş bir şeyin hâlâ değerli, hatta belki de eskisinden daha değerli olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Yani aslında yaş almış insanların yüzlerinde oluşan kırışıklıklar gibi bu tamir edilmiş parçalar, yaşanmışlığın değerini temsil ediyor.

Buradaki amaç, kırık vazoyu yeni gibi göstermek değil, kusurlarıyla birlikte daha güzel hale getirmek.

Kintsugi sanatı, kırık parçaların birleştirilmesi için kullanılan reçineye gerçek altın veya gümüş tozu karıştırılarak yapılıyormuş.

Maalesef günümüzde kırılan bir nesneyi gerçek altın veya gümüş tozuyla onarmak pek mümkün görünmüyor. En azından benim için... Altın renkli boyalarla idare edeceğiz artık.

Lamı Cimi Yok!

Bazı deyileri kullanırız ama neden öyle söylendiğini veya kelime anlamlarını bilmeyiz. Mesela, “Lamı cimi yok” ne demek hiç düşündünüz mü?

Ben de hiç düşünmemiştim. Geçenlerde sosyal medyada karşıma çıktı. Ben de biraz araştırıp burada paylaşmak istedim.

“Lamı cimi yok” deyiminin kökeni ve hikayesi tam olarak bilinmemekle birlikte, bu deyimin Osmanlıcadan geldiği düşünülmekte.

Hikâyeye göre; eskiden kitap okunurken sayfa kenarlarına notlar alınırmış. O dönemlerde soru işareti henüz kullanılmadığından, anlaşılmayan bölümlere soru işareti koymak yerine kelimenin son harfi olan “lam”, “cevap” yazmak yerine de kelimenin ilk harfi olan “cim” konurmuş.

Eğer metinde lam ve cim yoksa “bu metin gayet açık” veya “lafı uzatmaya gerek yok” anlamına gelirmiş. Bu yüzden “Lamı cimi yok” deyimi; tartışma yok, itiraza yer yok anlamına geliyor.