Aşağıdaki alıntılar, stratejik ortağımızın üst düzey iki görevlisinin, çok doğal olarak kendi menfaatlerini kollayan, yakın gelecekte Ortadoğu’da yapmayı planladıkları “yeni düzenlemeler” öncesi Türkiye’yi kayıtsız şartsız ABD’ye mahkum kılmayı hedefleyen, anlayana gayet açık mesajlarından:
- Eğer yeni bir sayfa açacaksak, yeni bir geleceğe sahip olacaksak, Türkiye Amerikalılara, “Evet, biz bir hata yaptık, Irak’taki olaylara daha duyarlı davranmalıydık, bilemedik, ama artık biliyoruz, nerede ne kadar yardımcı olabiliyorsak o kadar yardımcı olmalıyız” demeli. Çünkü bu Türkiye’nin çıkarları için çok önemli... (Paul Wolfowitz- ABD Savunma Bakan Yardımcısı)
- Hatamız, Türkiye’nin kendisini önemli görmesine yol açmak oldu. Umarım Wolfowitz’in sözlerini dikkate alırsınız... Olanları unutup hiç bir şey olmamış gibi davranamayız. Ancak ilişkilerin bundan sonra iki tarafın da çıkarlarına uygun biçimde sürmesi önemli... (Marc Grossman-ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı)
Gördüğünüz gibi, gayet açık ve net!
Türk yazarlardan Türkiye’ye ültimatom!
Aşağıdaki alıntılar da, bazı gazetelerde, bazı köşe yazarlarının, iki Amerikan görevlisinin mesajları üzerine yaptıkları yorumlardan:
- Bazı siyasiler ise Wolfowitz’in sözlerine yine somut hiçbir cevap vermeden dayılanmışlar; Halt etmişler! Kusura bakmasınlar ama ilk tezkereye “Evet!” deyip, adamlar gemilerini buralara kadar getirdikten sonra, ikinci tezkereye “Hayır!” diyen hiçbir siyasinin Wolfowitz’e dayılanma hakkı yoktur!.. Neden Wolfowitz’in, Grossman’ın pozitif davetini görmezden geliyoruz? Davet, geçmişten ders alıp, geleceğe hazırlanma davetidir. Davet, Irak’ın yeniden imar edilmesinde işbirliği yapılması, Suriye’nin birlikte uyarılması davetidir. Türk yetkilileri ve entelleri bunu tartışsınlar... (Cüneyt Ülsever-Hürriyet)
- Karşımızda artık, Hipergüç konumuna giren bir ABD var ve bizler -bilinçli olarak değil, cehalet dolu yaklaşımlarla, bilmeden ve anlamadan- bu Hipergüç’ün nasırına basıyoruz. İnanılır gibi değil.. Üstelik aynı Hipergüç Türkiye’yi “kucaklamaya ve uçurmaya hazırken” bunu yapıyoruz... Bugün, Türkiye tezkereyi onaylamış olsaydı bu bölgenin yıldızı konumunda olacaktı... Tayyip Erdoğan istediği anda, Beyaz Saray’ı arayıp karşısında Bush’u bulabilirdi... Cumhurbaşkanı Sezer Beyaz Saray’ı resmen ziyaret edebilirdi. Kıbrıs konusunda ön alabilir, AB üyeliğini cepte keklik görebilirdi... Biz hala “saygınlık” kelimesiyle kendimizi aldatalım. Başkaları atı aldı ve çoktan Üsküdar’ı geçti... Ulusal onur, barış, tarafsızlık, haklılık gibi deyimler de bize kaldı! (Mehmet Ali Birand- Posta)
- Eğer Türkiye’de bazı çevreler tarafından özellikle torpillenmezse, bizim Wolfowitz’le mülakatımızın asıl “pratik sonucu” Türkiye’de şu sıradaki tepkilerin tam aksi yönde olacak. Bu Türk askerinin Irak’ta -Kuzey’de değil- görev alması olursa, buna kimse şaşırmasın (Cengiz Çandar-Tercüman)
- Artık sayı ile kendimize gelmeliyiz.. Her konu iç politikada sakız edilip, “Haysiyetli Siyaset” demeçlerine konu kılınmamalıdır.. Türkiye ve hatta Fransa ile Almanya, Amerika’ya kızdıkları zaman fazla bir sonuç çıkmıyor.. Hatta Birleşmiş Milletler bile fazla önemli değil galiba.. 2000’lerde Amerika’yı karşı tarafa almamak, aklın gereğidir. (Mehmet Barlas-Sabah)
Gördüğünüz gibi, gayet açık ve net!
“Amerika’ya uşaklık mesleği!”
Aşağıdaki alıntı ise İlhan Selçuk’un “Suçlu Ayağa Kalk, Kararı Bekle” başlıklı yazısından:
- Herif-i naşerif, bütün hayatını ve mematını Amerika’ya uşaklık mesleğine bağladığı için, Türkiye’nin geleceğine Bush’un iki dudağı arasından çıkacak fetvadan başka bir yazgı biçemiyor... Bizim medyada öyle bir propaganda başladı ki dayanabilirsen dayan...
Gördüğünüz gibi, gayet açık ve net!
Yukarıda okuduğunuz “Yorumsuz” yazı, tam 20 yıl önce, 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de reddinden 2.5 ay sonra yazılmıştı. ABD, henüz Irak’ta askerimizin başına çuval geçirmemişti!.. Olanca terbiyesizliği ile Türkiye’ye baskı yapıyor, tehdit ediyordu... İşin ilginç yanı, birtakım yazarlar da cansiperane ABD’yi savunuyordu!
20 yıl sonra değişen bir şey yok; bugün yine bir “gayet zor durumların” içindeyiz... Üstelik bu kez “De facto” yani zorunlu bir durumla karşı karşıyayız: ekonomimiz can çekişiyor, yoksulluk içindeki millet perişan... Üstüne son derece tehlikeli gelişmelerin içinde savruluyor adeta savaşın eşiğinde yaşıyoruz... Yaşamsal sorunumuz ise gayet açık:
- Ülkemizin geleceği!
İktidar, yıllar yılı sürdürdüğü “aymazlığı” Mehmetçiğin kanıyla, canıyla düzeltmeye uğraşıyor... Medyaya bakıyoruz; Ülkenin namuslu kalemleri “yurt savunmasından”, sınırlarımızın güvenliğinden, bölge ülkelerinin işbirliğinden, ekonominin mahvından söz ederken hala “fetih rüyaları” gören, “Osmanlı’yı, Halifeliği, Vahdettin’i, Şeyh Sait’i” sayıklayanlar var!
- Gel de İlhan Abi’yi büyük bir özlem ve saygıyla anma!