Türkiye tarihinin unutulmayacak görüntülerinden biri geçtiğimiz günlerde bu ülkenin gözbebeği kurumlarından biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kaydedildi. 18 Mart’ta İBB’nin seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi, sadece 12 saat sonra ise İBB’ye yönelik 2 ayrı operasyondan gözaltına alınıp tutuklanmasının ardından birçok şehirde protestolar var. O eylemlerin başını “Diplomanın zaten anlamı yok” diyerek dersleri boykot kararı alan üniversiteli gençlik çekiyor. Hafta başında İTÜ’de kayda geçen görüntülerde iddia o ki güvenlik öğrenciler boykot ve eylemlere katılmasın diye binanın kapısını kilitledi. Ancak öğrenciler camları açtı, pencerelerden dışarı çıkarak protestolara katıldı.

★★★

Görüntü çok sembolikti. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha “Gezi” dönemini hatırlatarak göstericilere “şehir eşkıyaları”, “sokak teröristleri”, “vandallar” dese de, gösterilerin en önündeki bu çocuklar aslında tam da “sistemin” çocukları. Her gelen bakanla değişen eğitim ve sınav sistemine rağmen çalışmayı sürdüren, düzene ayak uyduran, yeni ismi kurs olan dershanesine giden, sınavına giren, başaran, okuyan çocuklar. Üzerine saatlerce konuşabileceğimiz, sınava dayalı ve AKP döneminde 18 kez değişen eğitim sistemi içinde kalmayı ve “çalışmayı” seçmiş, 2,8 milyon kişinin girdiği YKS’de en iyi puanı alıp yüzde 4-5’lik dilime girmiş, geleceklerini bu düzen çerçevesinde inşa etmeyi “tercih” etmiş kişiler. İşte tam da bu yüzden engellemelere rağmen açtıkları o pencereler önemli. Bunca yıldır içinde oldukları düzenin dışına çıkılıyor o pencerelerden çünkü. Sistemle yüzleşiliyor. Hem de ilk kez.

★★★

Açılan o camlar belki de “Nefes alma” ihtiyacının en net göstergesi. Sokakta mikrofon uzatılan gençlerin birçoğunun “Mesele sadece İmamoğlu değil” demesi boşuna değil. Birçok araştırmaya göre ülkede en “bunalan” kesim ülkenin geleceğini emanet ettiğimiz gençler. Önceki nesillerin ev geçindirdiği yaşta, aileleriyle yaşamaya “mecbur” bir nesil büyüyor gözlerimizin önünde. Ayrı bir şehirde okumak, aileden ayrı bir ev tutmak, mezun olup evlenmek, sevdiğin kişiyi yakından tanımak için dışarı çıkıp gezmek, bir kafede oturmak, sinemaya/tiyatroya gitmek neredeyse imkansız hale gelmiş durumda.

Başkanı tutuklanan İBB’ye bağlı İPA’nın Eylül 2024 hesaplamasına göre bir üniversite öğrencisinin İstanbul’daki bir aylık yaşam maliyeti 22 bin 920 lira. Resmi enflasyon verileriyle hesaplasak dahi bu rakam şu an 26 bin lirayı geçmiş durumda. Türk-İş’e göre bekar bir çalışanın aylık yaşam maliyeti asgari ücretin 8 bin lira üzerinde. Üstelik en acısı da bu şartlar altında yaşamaya ya da yaşamaya çalışmaya mahkum olan gençler umutlu değil. Konda’nın geçen Mayıs’ta 15-29 yaş arasındaki gençlerle yaptığı araştırmaya göre gençlerin yüzde 39’u gelecekte daha iyi şartlara sahip olabileceğine inanmıyor. (Buna “fikrim yok” diyen yüzde 25’ten de ekleme yaparsak oran maalesef çok daha yükseliyor). Gençlerin yüzde 56’sı imkanı olsa yurt dışında yaşamak istediğini söylüyor. Üstelik bu araştırmaya göre her 3 gençten 2’si kentlerde yaşamış, kentlerde büyümüş. Yani sonradan büyük şehirlere gelen ve arada kalan önceki nesillerden çok farklılar. Neredeyse tamamı sosyal medya kullanıcısı. Olanakların, olasılıkların “farkındalar”. Belki de bu yüzden daha çok “nefes alma” ihtiyacı hissediyorlar. “Hayatın normal şekilde akmasına izin vermeyeceğiz” diyerek siyasi kimliklerden bağımsız olarak sokaklardalar. Üniversite öğrencilerinin çağrılarını paylaşan Twitter (X) hesapları bir bir kapatılsa da öğrenci toplulukları geri adım atmamakta kararlı. O silinen hesaplarda yaptıkları son açıklamalardan biri aslında yaşadıklarımızı özetler nitelikte. “Üniversite öğrencileri artık ders alan değil, ders veren tarafta” diyorlar.