Şiddet toplumu haline geldik son zamanlarda. Kadına, çocuğa ve hayvanlara karşı artan bu şiddet dalgası sadece ekonomik sıkıntılar ya da eğitimsizlikle açıklanamaz. Bir de toplumdaki ahlak erozyonu, cehalet ve en kötüsü, adaletin caydırıcılığını yitirmesi var.
Beyoğlu’nun göbeğinde bir kızı herkesin gözü önünde sıkıştırıp tecavüz etmeye çalıştıklarında, bu mahluklar hiçbir ceza almayacaklarını biliyorlar. Kadın da şikayetçi olamıyor çünkü sistem ona izin vermiyor. Toplum da mağdur kadına baskı yapıyor, onu zorbalıyor, eleştiriyor.
Kadın yaşadıklarına rağmen rezil olmaktan korkuyor, çekiniyor; adının, adresinin o yaratık tarafından bilinmesini istemiyor. Başına dert almak istemiyor çünkü biliyor ki kanunlar onu koruyamayacak. Hakimler bu adamlara hak ettikleri cezayı vermeyecek.
★★★
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet ile aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, İstanbul Sözleşmesi olarak biliniyor. Mayıs 2011’de imzaya açılan sözleşmeyi Türkiye, aynı gün imzalayarak aslında umulmadık bir medeniyet ve cesaret örneği göstermişti.
Maalesef İstanbul Sözleşmesi, 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı kararı ile feshedildi. Sözleşmeden çekilme gerekçesi olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin “Türk aile yapısına ve İslami değerlere aykırı” olduğu ve “eşcinselliği teşvik ettiği” yönündeki iddialar oldu.
★★★
Özellikle sözleşmedeki “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet kimliği” ifadelerinin LGBT+ bireylerin haklarını korumaya yönelik olduğu iddia edilerek, bu maddelerin aile yapısına zarar verdiği ileri sürüldü.
Sözleşmede geçen “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet kimliği” ifadelerinin amacını anlamak için 4. maddeye bakmak yeterli: “Taraflar, mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, ırk, dil, din, siyasi veya başka görüş, ulusal köken, cinsel yönelim, sağlık durumu gibi hiçbir ayrım yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir. “
Bu ifadelerden, toplumda eşcinselliği yaymaya ya da toplumu cinsiyetsizleştirmeye yönelik sonuçlar çıkarmak oldukça ilginç. Ayrıca, şiddete ve işkenceye maruz kalan birini, özellikle de savunmasız bir kadın veya çocuksa, kurtarmak, insanca yaşayabilmesi için destek sağlamak hem İslami ahlaka hem de Türk örf ve adetlerine uygundur.
Bunu aile düzenini bozmak olarak algılamak, gerçekten anlaşılması zor bir mantık! Aile birliği denilen şey, sevgi ve saygıdan uzak, şiddet ve zulüm üzerine kurulmuşsa, düzeltilmesi gereken şey toplumun kafasındaki aile algısıdır.
Yani, genel kanının aksine bu sözleşme sadece kadınlarla ilgili değildir, pozitif ayrımcılık yapmamaktadır, eşcinselliği özendirmek ya da aile yapısını yıkmak gibi saçmalıklarla ilgisi yoktur. Şiddet mağduru olan herkesi kapsar ve zayıfı korumak amaçlıdır.
★★★
İstanbul Sözleşmesi bu yüzden önemliydi. Şiddet mağdurlarını koruyan bu sözleşme, iddia edilenin aksine sadece kadınları değil, tüm zayıf bireyleri gözetiyordu. Amacı, toplumu şiddetten arındırmak ve herkesi insan onuruna yaraşır şekilde korumaktı.
Artık elimizde İstanbul Sözleşmesi yok! Kadınları ve kız çocuklarını korumak için önce ailedeki eğitimle başlamak gerekir. Cinsellik tabu olarak gösterilip, namus kavramı sadece kadın-erkek ilişkisiyle sınırlandırıldıkça, kadın toplumda birey olarak saygı görmedikçe aile yapısı da her zaman bozuk kalacaktır.
Namus denilen şeyin; başkasının hakkını yememek, yalan söylememek, çalmamak, haksızlık yapmamak, başkalarına zarar vermemek, zayıfı korumak olduğunu topluma ve çocuklarımıza tekrardan anlatmamız gerek.