Rahmetli Hacı anneciğim, çocukluğumdan itibaren, ne zaman kötü bir durumla karşılaşsak:

“Her şerde hayır vardır oğlum” der, moral verirdi...

“1978 yılında üye olup ilk toplantısına da aynı yıl katıldığım Türk Sevk ve İdare Derneği Kurucu Başkanı F. Nejat Eczacıbaşı, bir işaret gösterip:

“Bu işaret (Ve bir de kelime söyledi ama neydi unuttum) Çince’de hem kriz hem fırsat demektir...” dedikten sonra (mealen) devam etti:

“İyi bir sevk ve idareci, krizleri fırsata çevirebilendir...”.

O sihirli cümleyi dinlerken Hacı anneciğimin:

“Her şerde hayır vardır oğlum” deyişini hatırlamıştım...

Canlarım...

Tabii ki krizler, çoğu zaman olumsuz sonuçlar doğuran zorlayıcı süreçlerdir...

Ancak...

Birçok uzman ve düşünür de Nejat Eczacıbaşı gibi:

Bu dönemlerin aynı zamanda önemli fırsatlar sunduğunu savunuyor...

Yani:

“Krizle fırsatın kardeş olduğu” görüşü...

Tarih boyunca pek çok alanda gözlemlenmiş ve çeşitli örneklerle desteklenmiştir...

Krizler, genellikle beklenmedik olayların bir sonucu olarak ortaya çıkar ve...

Bireyler, kurumlar veya toplumlar üzerinde derin etkiler bırakır...

Ancak...

Bu zorlu dönemler aynı zamanda yenilikçi düşüncelere, yaratıcı çözümlere ve yeni stratejilere kapı aralayabilir...

Kriz anları, mevcut durumun sorgulanmasına ve alışıldık kalıpların dışına çıkılmasına yol açabilir...

Bu da...

Bireylerin ve organizasyonların:

Daha esnek...

Daha yenilikçi ve...

Daha uyumlu olmalarını gerektirir...

Tarih boyunca pek çok kriz, fırsatlara dönüşmüştür...

Mesela, 1929 Büyük Buhranı sırasında birçok iş insanı iflas ederken...

Bazıları ise:

Yeni iş modelleri geliştirerek başarıya ulaşmıştır...

Bu dönemde, tasarruf ve yatırım alışkanlıkları değişmiş...

Birçok yenilikçi iş fikri ortaya çıkmıştır...

Bir başka örnek, Covid-19 pandemisi sırasında yaşananlardır...

Dünya genelinde birçok sektör büyük zorluklarla karşılaşırken...

Dijitalleşmenin hızlanmasıyla...

Uzaktan çalışma ve çevrimiçi hizmetler büyük bir ivme kazanmıştır...

Bu süreç, birçok işletmenin dönüşüm geçirmesine ve...

Yeni iş fırsatları yaratmasına olanak tanımıştır...

Elbette:

“Oh oh ne güzel kriz yaşıyoruz, çok kazanacağız” demek istemiyorum...

Ama...

Cesaretine ve taleplerine destek verdiğim Bahçeli’nin bu girişimini, millet olarak (Tabii ki Meclis aracılığıyla) krizden fırsata çevirebiliriz...

Yıllardır delik kovayı suyla doldurmaya kalkıştık...

Bu defa artık kovanın delik olduğunu, su tutmadığını görüp:

Sağlam bir kova alalım...

O GÜNDEN HİÇ FARKI YOK...

Bugünkü yazılarımdan birinde size, 13 yaşındayken izlediğim:

Hayata...

Topluma ve...

Siyasete bakışımı adeta temellendiren...

1964 yapımı bir Yeşilçam filminden söz etmek istiyorum:

Kızgın Delikanlı...

Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı...

Ertem Göreç’in yönetmen koltuğuna oturduğu filmin başrollerini:

Türk sinemasının iki büyük oyuncusu oynamıştı:

Türkan Şoray ve Göksel Arsoy...

Kızgın Delikanlı, Türk sinemasında toplumsal gerçekçi sinema anlayışının güçlü örneklerinden biridir...

Ve bu film...

Hem hikaye anlatımı hem de dönemin Türkiye’sindeki sosyoekonomik sorunları işleme şekliyle:

Dikkat çekicidir...

Arka planında bir Anadolu köyünün acı gerçeklerinin anlatıldığı film:

Amerika’da mühendislik eğitimi aldıktan sonra, babasının ölümü üzerine köyüne dönen eğitimli bir gencin:

Sisteme, sömürüye ve emeğin istismarına baş kaldırışıdır...

Sınıf çatışmalarının yanı sıra:

Sevgi, arkadaşlık, onur, çaresizlik gibi temaları işlendiği filmin başat karakteri (Göksel Arsoy oynuyordu):

Adalet arayışında olan ve kendi doğrularından taviz vermeyen bir delikanlıyı simgeliyordu...

Bu karakter, sosyal haksızlıklara ve egemenler tarafından ezilen köylü/emekçi sınıfının yaşadığı zorluklara karşı bir başkaldırının sembolü olurken...

Kendisi de toplumsal baskılara karşı bir “kızgın delikanlı” olarak çizilmişti...

Türkan Şoray’ın canlandırdığı kadın avukat karakter ise, filmde köylü/emekçi sınıfının kadınlarını temsil ediyor...

Ve...

Hikayenin romantik, aynı zamanda dramatik yönünü güçlendiriyordu...

Vedat Türkali’nin diyaloglarındaki derinlik ve karakter analizleri:

Filmi başarılı bir sosyal eleştiri haline getiriyordu...

Sözümün özü canlarım...

Kızgın Delikanlı, yalnızca bir dönem filmi değil, aynı zamanda:

Toplumsal mesajlarla yüklü bir yapıt olarak Türk sinemasında yerini aldı...

Bu filmi nereden hatırladığıma ve niçin hatırlatma ihtiyacı duyduğuma gelince...

Yaklaşık 60 yıl önceki köyleri ve köylüleri anlatan bu film ne yazık ki...

Siyasi kadrolar tarafından ciddiye alınmadı...

Bugünkü az sayıda köylümüzün, o gün olduğu kadar çok sorunu olmayabilir ama...

Gerek adaletsizlik...

Gerek eğitimsizlik...

Ve gerekse de:

Siyasi istismar açısından:

O günden hiç farkı yok...

YALAN SÖYLEYEMEDİ...

2002 Türkiye ve Dünya Güzeli Azra Akın TV100’de Okan Bayülgen’e konuk oldu...

Azra Akın’ın içtenliğine ve zekasına bayıldım...

Okan bir ara kendisinin çirkin bir adam olduğunu itiraf (!) etti...

Tahminim o ki: Azra gibi, güzelliği yarışmalarla tescil edilmiş bir kadının: “Olur mu canım sen çok yakışıklı bir adamsın” diyeceğini sandı... Ama...

Azra, Okan’ı duymazdan geldi...

Yani...

Hatır için ve iltifat olarak da olsa:

Yalan söyleyemedi...

YERİNDEYMİŞ...

Neyzen Tevfik tanıdığı bir subayı ziyaret için kışlaya gitti...

Subayın ricası üzerine, askerler ney çalarken heyecanla kalkıp zeybek oynamaya başladı...

Pantolonunun düğmelerinin açık olduğunu gören askerlerden biri:

“Efendim edep yeriniz açık kalmış, görünüyor” diye seslendi...

Neyzen oyun oynamayı kesti, gülerek askere baktı...

“Teşekkür ederim sana çocuk” dedi, “Uzun zamandır ben de onu arıyordum demek ki yerinde duruyor...”.

Günün sözü

“Bir dünya malı elinden gittiyse, üzülme buna, hiçtir o; ve bir dünya malı geçtiyse eline sevinme buna hiçtir o; önünden geçer acılar ve zevkler, geç dünyanın önünden; hiçtir o...”.

Anwari Soheili

İHTİMALİNİ SEVDİM...

“Öcalan’ın Meclis’te konuşturulması” talebi:

“Devlet aklı olabilir mi?..”.

Tabii olur...

Ama bu, sadece bir organizasyondan ibaret olan “Devlet’in aklı” olduğu anlamına gelmez...

Bu, Devlet Bahçeli’nin:

“Devlete yakışır bir akılla düşündüğü” anlamına gelebilir...

Kaldı ki:

Devlet aklının her zaman doğru yaptığını iddia edecek değilim...

Zaten doğru yapsaydı, ülke bu durumda olmazdı...

Ancak...

Kültürümüzde “nadim olmak” diye bir deyim var...

Siyasetçiler bugüne kadar terörle sadece “güvenlikçi” bir anlayışla mücadelenin yanlış olduğunu görüp...

Geçmişteki kararlarından ve uygulamalarından pişman olabilirler...

Ben, Bahçeli’ye bu açıklamaları yaptıran aklın:

“AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen rahmetli Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde çok değer verdiği MİT Başkanı Şenkal Atasagun olduğu kanaatindeyim...

Yani canlarım...

Devlet Bey’in baş danışmanı olduğu iddia edilen Şenkal Atasagun’u dinleyip bu defa nadim olduğunu düşünüyor ve:

“Devlet aklı” ile hareket etmiş olma ihtimalini seviyorum...

ÇİÇEKLERİ SULAMAK

Bir itibar inşa etmek 20 yıl sürer, onu yıkmak ise sadece 5 dakika ...

Bahçeli’nin bu cesur girişimini itibarsızlaştırmak için TUSAŞ katliamını ABD’ye bağlayıp:

“Çünkü ABD Türkiye’de barış istemiyor” diyenlere İsmet Paşa gibi:

“Hadi canım sen de” demek istiyorum...

Zira...

NATO’nun en güçlü hatta “başat yöneticisi” olan ABD’nin...

NATO’nun bir başka güçlü üyesi Türkiye’de barış yerine kaosu tercih edeceğini düşünmek bile (Bana göre) abes...

Canlarım...

Bu vesileyle demek istemem o ki:

Bahçedeki çiçekler yerine yabanî otları sulamaya çalışanlar (Bence):

Umutlarımızı da yıktıklarını artık görmeliler...