Başlıktaki bu soruyu sorma nedenim ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Suudi haber kuruluşu Asharg News’in Washington Temsilcisi Hiba Nasr’a yaptığı açıklamalar.
Ne dedi Barrack bakalım...
“Sömürgeci güçler modern Orta Doğu’yu oluşturacak ulus devletler yaratmak için Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerinde sınırlar çizdi. Orta Doğu diye bir şey yok, kabileler ve köyler vardır. Ulus devletler 1916’da İngilizler ve Fransızlar tarafından yaratılmıştır. Fakat Orta Doğu bu şekilde işlemez. Her şey bireyle, aileyle, köyle başlar. Sonra kabile, topluluk, din. Son olarak da ulus gelir.”
Peki öyle mi? Orta Doğu diye bir şey yok mu?
Soruşturdum.
“TÜRKİYE MODEL OLMAKTAN ARILMAK İSTENİYOR”
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Mithat Baydur bu soruya şu yanıtı verdi: “Eskiden Doğu Akdeniz’e ‘Levant bölgesi’, Türkiye, Suriye, İran hattına ‘Ön Asya’ denirdi. Bugün, katı ve kategorik ayrımlar bitiyor... Örneğin, Zengezur Koriduru’yla, Orta Doğu, Karadeniz ve Kafkasya artık birleşiyor... Lizbon’dan Vladivostok’a, ‘Avrupa’, sonrası ‘Avrasya’ yaklaşımı bitiyor... Dünya küçüldü, 1648 Vestfalya Antlaşması’yla ulus-devletler yeni siyasal aktörler oldu. 1918 yılıyla imparatorluklar dönemi geri çekildi... Cemiyet- i Akvam o yüzden kuruldu. Tom Barrack, ulus- devletlerin ufalanması ile kontrol ve manipülasyonun olabileceği bir siyasal iklim kurguluyor. Geçiş süreci komisyonunda da ‘imparatorluklar anayasası lazım’ şeklinde yorumlar yapıldı. Yani idari ve siyasi özgürlükleri olan etnik ve dini gruplar aslında zikredildi. Bu, bölgede ABD- İsrail eksenine muhalefet etmeyecek, savunma güvenliği zayıf, kanton yapılanmasıdır. Orta Doğu kuşkusuz var... Ancak Suriye gibi henüz millet olamamış toplulukların, millet inşası ile tahkim edilmek yerine parçalı olması isteniyor. Türkiye de model olmaktan çıkarılmak isteniyor.”
“SINIRLAR DA ÜLKELERİN YAPILARI DA DEĞİŞEBİLİR”
Eski Devlet Bakanı Prof. Dr. Ahat Andican ifadenin tarihe dayandığı noktaya işaret ediyor: “Barrack, bu ifadesiyle Orta Doğu’daki ülkelerin etnik kökenleri aynı olsa bile (Araplar gibi) bir uluslaşma sürecinden geçmediklerine, özellikle Arap yarımadasındaki devletlerin aileler tarafından yönetildiklerine atıf yapıyor. Gerçekten birçok ülkeye dağılmış olan Arapların 170-180 civarında kabileden oluştuğu bilinmektedir. Ayrıca bu büyük kabilelerin alt kırılımlarını oluşturan aileler vardır. Söz gelimi Muhammed Peygamber’in kabilesi Kureyş’in 11 alt kolu vardır. Haşimi kolu 1900’lere kadar Mekke’yi, 1921-1958 arası Irak’ı idare etmiştir. Şu andaki Ürdün Kralı aynı ailedendir. Benzer şekilde Suudi krallığını yöneten Suud ailesinin 15 bin civarında üyesi olduğu söylenmektedir. Körfez ülkeleri de böyledir. Bu ülkelerde yerleşik düzene geçmiş Araplar bile öncelikle ailelerini ve kabilelerini tanımlarlar. İçinde yaşadıkları devlet sadece vatandaş oldukları devlettir. Kürt ve Dürzi aşiretlerinde de benzer bir durum vardır. Barrack’ın bu sözlerinin arka planında, özellikle Suriye özelinde bir gönderme var. Bölgede sınırlar yapaydır. Sykes-Picot antlaşmasıyla Fransa ve İngiltere tarafından çizilmiştir. Dolayısıyla kabilelerin taraf değiştirmesiyle kolayca sınırlar da ülkelerin idari yapıları da değişebilir.”
“BARRACK KENDİ AİLE YAPISINI REDDEDİYOR”
Bir başka Siyaset Bilimci Sezin Öney’in, Tom Barrack’ın bu sözlerini duyduğunda ilk düşündüğü, ülkesi Amerika’nın kendisinin yüzlerce farklı etnik ve ırk grubundan oluştuğu. Sözlerini şöyle sürdürüyor: “Dolayısıyla ABD’nin kendisi, farklı ırklar ve etnik kökenlere sahip olmanın ortak bir üst aidiyette birleşmeyi engellemediğinin bir örneği. ABD’nin Nüfus Dairesi’nin (Census Bureau) verilerine göre, ülkede yaklaşık 1500 farklı etnik köken ve ırktan insan yaşıyor. Barrack’ın bu sözleri, Orta Doğu’ya üstten bir bakışla yaklaşan ‘Oryantalist’ bakışı yansıtıyor. İronik bir durum, çünkü Barrack’ın kendisi, Orta Doğu kökenli. Ailesi, 20. Yüzyıl’ın başında, günümüzde Lübnan sınırları içindeki Zahle kentinden ABD’ye göç etmiş. Barrack’ın yaklaşımı, Orta Doğu’nun modern siyasal gelişim kapasitesini reddeden ve bölgeyi sanki doğası gereği ulus ya da birlik kurmaktan acizmiş gibi gösterirken; kendi aile hikâyesini de reddetmiş oluyor. Zira, Barrack ailesi de, ABD’nin çoklu etnik ve ırk kimliğine sahip toplumunda, çatı bir vatandaşlık kimliğinde birleşmeyi başarmış. Üstelik bu yaklaşım, hem bölge halklarının tarihsel öznesini hem de dış güçlerin istikrarsızlığı şekillendirmedeki rolünü görmezden geliyor. Öncelikle, ‘Orta Doğu’ teriminin kendisi, 20. Yüzyıl’ın başlarında ortaya atılmış, Avrupa merkezci bir jeopolitik kurgu. Çok farklı toplumları tek bir etiket altında topluyor. 20. Yüzyıl’dan önce bu bölgelerin çoğu, modern Avrupa anlamında ulus-devletlerden ziyade Osmanlılar, Safevîler gibi imparatorluklar tarafından yönetiliyordu. Orta Doğu’yu sadece kabileler ve köylerden ibaret addetmek, Bağdat, Şam, Kahire, Tahran ve İstanbul gibi şehirlerde yüzyıllara dayanan kentsel kültürü, devlet yönetimini, edebiyatı ve gelişmiş siyasi hayatı görmezden gelmek ve basite indirgemek olur. Birçok Orta Doğu devletinin sınırları, özellikle Sykes-Picot Anlaşması ve sonrasındaki sömürgeci müdahalelerle Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında çizildi. Sınırlar da çoğu zaman etnik, kabilesel ve mezhepsel hatları da hiçe saydı; böylece geleceğin çatışmalarının tohumları atılmış oldu. Yine de, bu devletlerin meşruiyeti olmadığı anlamına gelmez. Son yüzyılda ‘Iraklı, ‘Suriyeli’, ‘Ürdünlü’ ya da ‘Suudi’ gibi kimlikler, bu ülkeler ve vatandaşları için anlamlı ve değerli hale geldi.
90’LARDAN BERİ HALI’DAYIZ
İstanbullular, Salt’ı ziyaret edin derim. Salt’ın yeni sergisi 90’lardan Beri Halı’dayız, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Halı Atölyesi’nin sanat eğitimine yaklaşımına odaklanıyor. Gündelik hayat meseleleriyle kurduğu ilişkiyi araştırırken yaratıcı muhalefet ile kolektif üretimin potansiyellerine de dikkati çekiyor. Halı Atölyesi’nin dillere pelesenk olmuş “Aynı yöne ayrı pedal, ayrı yöne aynı pedal” şiarından yola çıkarak atölyedeki pratiklerin tarihine ışık tutan sergi, yolu bu mekândan geçmiş sanatçıların ortak üretimleri, kişisel işleri, arşiv malzemeleri ve tanıklıklarından derlenen bir kolaj sunuyor. Sergi, 1 Mart 2026’ya dek Salt Beyoğlu’nda görülebilecek.
LİVANELİ’DEN ‘BEKLE BENİ’
Leyla ile Selim, aşkın coşkusuyla bir hayat kurmak için mücadele ederlerken kendilerini türlü zorluğun, ayrılığın içerisinde bulurlar. Bir yanda birbirine kavuşma telaşı, diğer yanda özgürlük mücadelesi onları roman boyunca farklı yerlere sürükler. Aşkları direnişlerini besleyecek, direnişleri de aşklarını güçlendirecektir. Aşkı, dostluğu, aile bağını ve özgürlük tutkusunu ince ince ören Bekle Beni; bir ülkenin özgürlük yolunda çektiği zorlukların, baskıya karşı girişilen mücadelenin, direnmenin, yalnız bırakılmanın ve dayanışmanın romanı. Zülfü Livaneli’nin kaleminden ‘Bekle Beni’ haftanın kitabı.