Geçmişten ders almak, olanları, yapılanları hatırlamak adına paylaştığım yazılarımın ilgi çektiğini görmek, sizlerin mesajlarını almak açıkçası benim de çok hoşuma gidiyor... O halde hatırlamaya, nerelerden nerelere sürüklendiğimizi görmeye ve anlamaya devam!

Uzun yıllar öncesine, Ergenekon kumpasının başladığı günlere götüreceğim sizi... İkinci dalga saldırı pek yaman başlamıştı.

Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay Başsavcısı’nın kapatma davasını, üstelik oy birliğiyle kabul etmesinin ardından başlatılan ve de tek merkezden yönetilen akıl almaz hakaret kampanyası, yerini bir başka toplu gösteriye bırakmıştı!

Bu kez işin içine Batı’nın “demokratik müdahalesini” istemekten, orduyu açıkça suçlamaya, İktidarı “daha sert” olmaya davet etmekten, üniversite önlerinde yaratılan alçakça ve de aptalca provokasyonları kullanmaya dek bir yığın “operasyon” da dahil edilmişti... Üstelik, operasyon metinleri, pardon köşe yazıları öylesine “birlik ve beraberlik içinde” yazılmıştı ki, aynı odada kaleme alındığını zannedebilirdiniz! Bu zevatın yazılarını okurken gerçekten bir “operasyon” yapılıyor hissine kapılıyordum...

- Medusa operasyonu!

Ucundan kan damlayan kalemler!

Besleme basının önde koşturan kalemleri, ipin ucunu öylesine kaçırmış durumdalardı ki, yazdıkları her satırda nasıl biraz daha battıklarının, nasıl deşifre olduklarının bile farkında değillerdi!..

Art arda müthiş(!) haberler servis etmekle görevli Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan, köşesinde, Anayasa Mahkemesi’nin iddianameyi kabulünü “rejimin intiharı” olarak niteledikten sonra hızını alamıyor ve bu rejimi sürdürmek isteyen zümrenin, “benim olmayacaksa kimsenin olmasın diyerek ülkeyi çökertme planını devreye soktuğunu” yazabiliyordu. Altan, çökertme planının ayaklarından biri olarak yargıyı, diğer ayağı olarak da Ergenekon çetesini gösterebiliyor, artık barışma umudunun kalmadığını da özenle vurguladıktan sonra kurtuluş yolunu şu satırlarla gösteriyordu:

- Bunu da ancak gelişmiş dünyayla ve o dünyanın evrensel değerleriyle bütünleşerek yapabiliriz!

Tesadüfe bakın, aynı gün Referans gazetesinde Cengiz Çandar, Batı dünyasını Türkiye’ye “demokratik müdahalede” bulunmaya çağırıyordu! Amerikan çevrelerinde Türkiye’ye ilişkin olarak en çok dinlenilen insanlar olarak lanse ettiği CIA bağlantılı Morton Abramowitz (Fethullah’ın ABD’de kalabilmesi için gerekli yeşil kartı almasında başrolü üstlenen kişi!) ve Henri Barkey’in birlikte kaleme aldıkları “Türkiye’nin yargı darbesi” başlıklı makaleden geniş alıntılar yapan Çandar, onların ağzından ABD’nin hemen müdahale etmesini istedikten sonra sadede gelip kendi düşüncesini şöyle anlatıyordu:

- Türkiye jeopolitiği, Uluslararası ilişkiler sisteminin bugünü; Türkiye ile ilgili “tayin edici” gelişmelerin Türkiye’nin iç işi olmasını ve Türkiye’nin içine kilitlenmesini ve hapsedilmesini men ediyor...

Anladınız değil mi? Türk yazar, Amerikalı “Türkiye uzmanlarının” bile cesaret edemeyip yanından dolandığı “ABD’nin doğrudan müdahalesini” son derece sıradan, bir an önce gerçekleşmesi gereken bir durum olarak ilan ediyordu. Bunu da daha önce bazı arkadaşlarının kullandığı şu çok veciz ifadeyle taçlandırıyor:

- Türkiye, kendi kaderine terk edilemeyecek kadar değerli bir ülkedir!

Mehmet Altan’ın sömürge olma hayalleri!

Altan ailesinin iki numarası Mehmet Altan, 1997 yılında kaleme aldığı “Yeniden sömürge olmak isteyenler” başlıklı yazısında doğu Afrika’daki Comoros adalarından üç tanesinin öyküsünü anlatmıştı. Ülkede isyan çıkmıştı. İsyancılar, “Fransa bizi geri al” sloganıyla gösteri yapıyorlardı. 1912 yılında Fransızlar tarafından işgal edilen adaların Müslüman halkı yaşamını uzun yıllar sömürgecilerin kölesi olarak sürdürmüştü. 1975 yılında yapılan bir referandumla adalardan üçü bağımsızlığı, bir tanesi, Mayotta adası ise sömürge olarak kalmayı tercih etmişti...Sonra ne olmuştu dersiniz? Bağımsızlığı seçenler bir türlü adam olamamış, istikrarsızlık almış başını gitmişti!.. Peki ya sömürge olmayı seçen Mayotta adası? Mehmet Altan’ın kaleminden okuyalım:

- Mayotta adasında yaşayanlar Fransız vatandaşları sayıldıklarından parasız eğitim, aile yardımı ve sosyal güvenlikten yararlanmakla kalmamış, yabancı yatırımlar sayesinde rahatça iş de bulur olmuşlar. Öyle ki; bağımsız adaların halkı bile Mayotta adasına gizlice girip kaçak işçi olarak çalışmaya başlamış. Sonunda canlarına tak etmiş, “bağımsızlık rantını” semirerek zaman öldüren yönetime başkaldırmışlar ve tekrar sömürge olmak için yola koyulmuşlar...”

Bu yazının üzerinden çok uzun yıllar geçti. O günden bugüne birçok “aynı kıratta” yazı yayımlanmıştı ama Mehmet Altan’ı yakalayan, sömürge ruhunu en az onun kadar yansıtan en iyi yazı, Cengiz Çandar’ın yukarıdaki yazısı olmuştu...

- Kutlanmayı hak ediyordu!

Arşivler yalan söylemez... Unutmayın, unutturmayın...