Omurga, vücudu dik tutan, hareketi sağlayan ve omuriliği koruyan temel iskelet yapısıdır. 33 omurdan oluşur ve beş bölüme ayrılır: boyun, sırt, bel, sakrum ve kuyruk sokumu. Omurga sağlığı, duruş bozuklukları, fıtık ve sinir sıkışmalarını önlemek için önemlidir. 

Omurganın en önemli görevlerinden biri, omuriliği koruyarak merkezi sinir sisteminin güvenliğini sağlamaktır.

Omurilik, beyin ile vücut arasındaki sinir sinyallerini ilettiği için bu koruma hayati önem taşır. Ayrıca, omurga vücut ağırlığını dengeli şekilde dağıtarak ayakta durmayı, yürümeyi ve çeşitli fiziksel aktiviteleri destekler. Leğen kemiği ile birleşerek iç organlara destek olur ve onların yerinde durmasına yardımcı olur. Bu çok yönlü işlevleri sayesinde omurga, hem hareket sisteminin hem de sinir sisteminin merkezinde yer alır.

Mesela bazı canlılarda omurga yoktur.

Süngerler onlardan biridir, ilkelliğiyle bilinir. Vücutlarında çok sayıda delik vardır. Atık maddelerini vücutlarının ortasındaki oskulum denen boşluktan atarlar.

​Yassı solucanda da yoktur örneğin.

Durgun sularda parazit olarak yaşayabilirler.

Derisi dikenliler, vücutlarının alt kısmında bulunan ayaklarıyla aktif olarak yer değiştirebilirler.

Yumuşacakça, bazı kabuklular, böcekler vs. omurgasız canlı çoktur tabiatta.

Ama insanda omurga vardır ve az önce de belirttiğim gibi vücudu dik tutar.

Üstelik omuriliği koruyarak merkezi sinir sistemini korur.

Omurgasızlık her biçimi alabilme durumudur.

Latincesi invertebrata’dır.

Süregelen tartışmalarda sıkça duyduğunuz ‘omurgasızlık’ kişinin belirgin bir duruşunun olmamasıdır. Duruşları çıkarlarına göre değişir. Omurgasızlar, rüzgâr ne yönden eserse o yöne döner.

Siyasetçiler için çok kullanılır.

Mesela hayatı boyunca karşı olduğu, mücadelesini verdiği, söylemleriyle insanları kandıran, sonra çıkarı için karşısında durduğu yere sıçrayanlar için söylenir.

Halkta hayal kırıklığı yaratanlardır, çünkü insan omurgalıdır, o yokmuş gibi davranmamalıdır.

Teğmen Çelebi için kullanılmıştı mesela.

Uğruna hapis yattığı, insanların cezaevi önünde ona desteğini esirgemediği kişi CHP’den vekil olmuş, AKP’ye geçmiştir.

Mesela eski Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu için söylenmiştir.

Çok sayabiliriz.

Şimdi yıllardır CHP seçmeninin başının üzerinde taşıdığı, ona ‘Topuklu Efe’ diye seslenenleri hayal kırıklığına uğratan Özlem Çerçioğlu için söyleniyor.

Partisine sırtını dönmüştür.

Ortadan yok olup, rozet takılana kadar ağzını açmamıştır.

“Ya AKP’ye katıl, ya içeri tıkıl diye tehdit edilmiş, kadın ne yapsın” diyenlere cevabım, “Hapis yatsın”dır.

Ekrem İmamoğlu’nun, Murat Ongun’un, Mehmet Murat Çalık’ın, Mehmet Pehlivan’ın, Zeydan Karalar’ın, Muhittin Böcek’in, Resul Emrah Şahan’ın, Ahmet Özer’in, Hasan Akgün’ün, Oya Tekin’in, isimleri burada sayılmayacak kadar çok belediye başkanı ve bürokratın canı yok mu?

Aylardır iddianameleri hazırlanmayan, yaşlı annesi kapıda ağlayan insanları ayakta tutan şey omurgalarıysa, bu omurga Özlem Çerçioğlu’nda neden yoktur?

CHP Lideri Özgür Özel’in dediği gibi ‘Topuklu Efe’ topukları yağlamayı seçmiştir. 

Neden korkmuştur?

Birbirine zıt iki parti arasındaki geçişine kelimeler yetmeyecek, hiçbir açıklama Aydın sokaklarında başı dik yürümesini sağlamayacaktır.

Aydın’da İYİ Partili Nazilli Belediyesi AK Parti’ye geçtiğinde “Bu oylar Cumhur İttifakı’na değil, Millet İttifakı’na verildi. Haram zıkkım olsun, hakkımı helal etmem” demişti. Hayatında böyle bir cümle etmiş insan, oyunu aldığı insanların kendisine hakkını helal etmeyeceğini bilir herhalde.

Ama ideolojisiz siyaset tam da budur!

İdeolojisiz siyasette mertlik yoktur. Kul hakkının kıymeti yoktur.

Orada sadece ve sadece çıkarlar konuşur.

O çıkarlar ki, sonunda bir suç ortaklığına dönüşür.

İşte oradan çıkış yoktur!

EDEBİYAT DERGİLERİ ÜZERİNDEN TÜRKİYE

Bugün size harika bir kitap tavsiye edeceğim. Selçuk Küpçük’ün imzasını taşıyan ‘Edebiyat Dergileri Atlası: 1980’den 2000 sonrasına’ adlı çalışma, Türkiye’de bu yıllarda yaşanan kültürel, siyasal ve ekonomik kırılma noktalarına tanıklığı edebiyat dergileri üzerinden inceliyor. Kitap, 86 dergiyi konu ediniyor. Adnan Özyalçıner’den Enis Batur’a, Seyyit Nezir’den Veysel Çolak’a, Ömer Erdem’den Murat Gülsoy’a kadar 1980’den 2000 sonrasına dergiler çıkarmış birçok isimle özel söyleşiler de gerçekleştirilmiş.

Enis Batur, “12 Eylül darbesi Ankara’nın kimliğinde derin kırılma yaratan sonuçlar yarattı, entelijansiya açısından en ağır bilançoyu YÖK oluşturdu. Kısa sürede şehir basmakalıp deyişle beyin göçüne maruz kaldı, yabana atılamayacak sayıda akademisyen kovuldu ya da istifa ettiler, İstanbul’a göç yaşandı. O gün bugün, 1980 öncesinin kültürel hareketliliğine denk bir enerji üretmekte zorlanıyor başkent. Oysa Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak, 60 yıl boyunca bir kültür merkezi olagelmişti” diyor.

Turgay Fişekçi, edebiyatın toplumsal yararı yerine yazarların bireysel üne kavuşma ya da ticari başarılarının öne çıktığına vurgu yapıyor.

Epey kalınca bir çalışma.

Bitmesin diye yavaş yavaş okuduklarımdan. Öneririm.