TDK’ya göre ‘Utanmak’, “Yaptığı bir işten veya bulunduğu durumdan dolayı sıkıntı duymak, mahcup olmak” şeklinde ifade ediliyor.
Felsefeci Prof. Dr. Teoman Duralı, “Bir insanın en önemli özelliği utanma duygusudur” derdi.
Bizim literatürümüzde şöyle bir söz var, “Yer yarılsaydı da içine girseydim”... Yani geleneğimizde aslında ‘utanmak’ duygusu var. Ancak son yıllarda biz ona birebir anlam yüklemiş olmalıyız ki, yer yarılıyor ve içine girip, çıkamıyoruz sahiden. Utançtan değil, ihmalden.
Yazar Murathan Mungan’ın sözü; “Türkiye’de her şey olabilirsiniz ama bir tek şey olamazsınız” der, “Rezil olamazsınız!”
Peki biz bu yerin altına saklanacak kadar utanma duygusundan, rezil olamayacağımız noktaya nasıl geldik?
Nasıl birer teflon tavaya dönüşebildik?
“Utanmaz!” diyerek dışladıklarımız nasıl oldu da toplum içinde elini kolunu sallayarak, yüzü kızarmadan, pişkin pişkin aramızda dolaşır oldu.
Nasıl, her olay olduğunda “Üç gün sonra unutulur” diye bir cümleyi hayatımızın manşeti yaptık. Evlatlarını ‘karne hediyesi’ diye tatile götüren aileler yandı bu ülkede.
İki gün sonra başka oteldekiler kayak yapabildi.
Otelin gecelik fiyatı yüksek diye, orada ölenlere “Oh olsun, hiç üzülmedim” diyenler oldu.
Unutursak kalbimiz kurusun sloganı ata ata kalbiniz mi kurudu, hayırdır!
★★★
Daha ne kadar yeni değil mi?
6 Şubat 2023...
7,7 ve 7,6’lık Kahramanmaraş depremlerini hatırlayın.
İnsanların cesetlerine basıp, yaşayan ya da yaşama ihtimali olanlara yardım götürmeye çalıştığımızı ne kadar çabuk unuttuk.
Oysa ne diyorduk?
Atatürk’ün ‘Hatay benim şahsi meselemdir’ sözünü alıntılayıp, siyah-beyaz fotoğrafların üzerine kocaman yazıp, ahkam kestik. E tamam, tepkimizi verdik işte.
Nerede Hatay bizim şahsi meselemiz yahu. Hatay’ın halini görmüyor musunuz?
Kaderine terk edilmiş, insanlar ölülerinin üzerinde yaşamaya çalışıyor.
24 bin 147...
Tam 24 bin 147 insanımızı kaybettik!
Yeni bir felekatle bir öncekini de zihinlerimizde rafa kaldırdık.
13 Şubat 2024...
Erzincan’ın İliç ilçesinde Çöpler altın madeninde siyanür liç işleminden sonra depolanan toprak yığını heyelana dönüştü. 10 milyon metreküplük bir kütle 200 metrelik yamaçtan kaydı. 9 işçi hayatını kaybetti.
Hesap soracağız!
Hükümet istifa!
Sorumlular istifa etsin! sloganları arasına bir de Albert Camus’nün “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” sözünü iliştirdik mi, tamamdır, yapılması gereken yapılmış, bu konu da kapanmıştır.
Yenisi gelsin.
★★★
Ki yenisi gelmekte hiç gecikmedi.
2 Nisan 2024...
İstanbul Beşiktaş’ta Masquerade Club’da patlama sonucu yangın çıktı.
29 kişi hayatını kaybetti.
“Unutmayacağız, hesap soracağız” denildi.
Ne oldu peki?
Büyük laflar birer Instagram postu olarak arşivde yerini aldı.
Zaten yetkililer dediğimiz zatı muhteremler...
“İktidarın suçu, muhalefetin suçu” diye birbirlerini yemekten öteye gidemiyor.
Hepinizin suçu!
Hepimizin suçu!
Bizde cenaze işleri çok iyi düzenlenmiştir biliyorsunuz. Ölürüz ve kusursuzca gömülürüz.
Ama iş yaşatmaya gelince, işte orada marifetsiziz.
Bakın, Prof. Naci Görür Hoca yine uyarıyor.
Adam çığlık atıyor, çığlık.
Deprem geliyor diyor, yine binlerce öleceğiz diyor.
Duyuyor musunuz?
Yok duymuyorsunuz!
Önlem alıyor musunuz?
Yok almıyorsunuz?
Yine öleceğiz!
Yine toprağın altında kalacağız.
Çok merak ediyorum.
Büyük Marmara depremi geldiğinde –ki inşallah olmaz- depremin kaç şiddetinde olduğunu, nerede ne yardıma ihtiyaç olduğunu anlatacak bir medya kuruluşu hizmet verebilecek mi?
TV binaları ayakta, muhabirler, reji, haber merkezleri hayatta kalabilecek mi?
O sıkışık, insanın geçmekte zorlandığı sokaklara itfaiye, ambulans girebilecek mi?
Çocuklarımız okuldan dönebilecek mi?
Kanalizasyonlar patlayacak, ben değil uzmanlar söylüyor, ayakta kalanlar hastalıktan kurtulabilecek mi?
Yaşlılar, yatalaklara ulaşabilecek miyiz?
Hastaneler ayakta kalacak mı?
Hayatta kalanlar, ekmek bulabilecek mi, ilaç alabilecek mi, o kadar acının üzerine yeni bir hayat kurabilecek mi?
İstifa et diye bağıracağımız bir hükümet, sorumluları cezalandır diye göreve çağırdığımız mahkemelerimiz olacak mı?
Neyse ya önemli değil.
Zamanı gelince düşünürüz.
Ama bilin ki o zaman bizi ne sosyal medyamız, ne Albert Camus kurtaracak.
Başkaları adına utananlarla hiç utanmayanlar, unutarak yaşayanlarla mücadele edenler hepimiz aynı sonu yaşayacağız.
İyisi mi biz erken uyarı sistemi gibi erken utanç sistemini yeniden çalıştıralım. Utanırsak unutmayız, unutmazsak mücadele ederiz, mücadele edersek değiştirebiliriz.
Kendinize gelin, kendimize gelelim.
Lütfen.
Saadet Partisi İstanbul Milletvekili ve Grup Başkanı Avukat Bülent Kaya, ‘Apolitik’ soruları yanıtladı.
TÜRKİYE ŞARKI OLSA MEHMET ERDEM’DEN ‘HAKİM BEY’ OLURDU
Bülent Kaya İlkokulda.
- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Bir ritüelim yok.
- En son hangi kitabı okudunuz?
Cavit Çağlar’ın ‘Fırtınalı Bir Yaşam Öyküsü’nü okumaya devam ediyorum.
- En son hangi filmi izlediniz?
Esaretin Bedeli.
- En sevdiğiniz ses ne sesi?
Su sesi.
- En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Rewşen Çeliker Were Delal, Ağlama Gözlerim Mevlam Kerimdir, Kesikçayır Neşet Ertaş.
- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Güncel Türkiye’ye uygun Mehmet Erdem “Hakim Bey”.
- Aşka inanır mısınız?
Evet.
- Kırmızıçizginiz nedir?
Vefasızlık.
- En sevdiğiniz yemek?
Kaburga Dolması, türlü.
- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Kapuska.
- Sizi ne heyecanlandırır?
Başarma arzusu.
- Yağmur mu, güneş mi?
Yağmur sonrası açan güneş.
- Güz mü, ilkbahar mı?
İlkbahar.
- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
Cimrilik, laubali davranışlar, bencillik.
- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?
Kendime dönüp hayat çok kısa derdim.
- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?
Sessiz bir sahil kasabasında dinlenmeyi tercih ederdim.
- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?
Yaşadıklarından ders çıkarmış kendim olmak isterdim.
- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
İyi bir dinleyiciyim.
- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Kendi ihtiyaçlarımı hala kendim görebileceğim yaşa kadar.
GÜLE GÜLE NEDİM HOCAM!
Yaklaşık iki yıldır Sözcü’de çalışıyorum. Burada tanıştığım güzel insanların başında gelir Dr. Nedim Türkmen. Her ihtiyacımızda, gece gündüz demeden bize katkı yapan, esprileriyle bizi gülümseten, yaşamayı bilen, başarılı bir aile babası. Tatile gitti ailesiyle, dönemedi. Kartalkaya’da kaybettik hocamızı. Ölmeden iki gün önce bizim aramızda ‘Yolsuzluk masası’ diye dalga geçtiğimiz Dr. Ramazan Başak, Emrullah Erdinç, Av. Mustafa Zafer ve Nedim hocadan oluşan ekiple birlikte bu kez Ayşe Barım olayının izini sürmüştük.
Biz bıraktığı yerden devam edeceğiz. Bir eksik olacağız, büyük boşluğunu anılarıyla doldurmaya çalışacağız. Aşağıdaki fotoğrafı Mülkiye’den dönem arkadaşı MASAK eski başkan yardımcısı Dr. Ramazan Başak’tan. 1988 yıllığında bakın neler yazmışlar: “Koyu bir Galatasaray taraftarı olan arkadaşımız aynı zamanda iyi bir futbolcudur. Sınıf içi tartışmalarda güzel ve etkili konuşmalarıyla Türkiye’nin güzel ve etkili konuşan politikacı açığını kapatmaya namzet olduğunu gösteren arkadaşımıza yaşam boyu mutluluk ve başarı diliyoruz.” Güle güle Nedim Hocam, çok özleyeceğiz!