Birleşik Krallık’ın en yetkin sözlüklerinden biridir Cambridge Sözlüğü.

Yılın kelimesini belirlerken üç hususu göz önünde bulunduruyorlar.

Hangi kelime en çok arandı veya en çok ilgi gördü?

Hangisi o yıl yaşananları gerçekten özetliyor?

Ve bu kelime dil açısından neden ilginç?

Geçen yılın kelimesi sosyal medyada ünlülerin etkisiyle popülerliği artan ve “istenen bir şeyi elde etmek için duyulan inanç, bunu hayal etmek” anlamına gelen ‘manifest’ti.  

Bu yılın kelimesi ise ‘parasosyal’ oldu.

Peki nedir parasosyal?

Kişinin gerçekte tanımadığı ünlülere veya sosyal medya karakterlerine karşı duyduğu duygusal yakınlığı tanımlıyor bu kelime.

Ünlü bir kişi de olabilir, bir kitap, film, dizideki bir karakter de...

Ama en çok bu köşede geçen hafta yazdığım yapay zekâya karşı hissettiği yakınlık.

Cambridge Sözlük açıklamasında, bu terimin 1956 yılında sosyologlar Donald Horton ve Richard Wohl tarafından, televizyon izleyicilerinin TV kişilikleriyle nasıl ‘parasosyal’ ilişkiler kurduklarını tanımlamak için icat edildiğini belirtti. Ekip, ABD’li şarkıcı Taylor Swift ile  Amerikan futbolu oyuncusu erkek arkadaşı Travis Kelce’nin nişanına gösterilen ilgiyi parasosyal ilişkiye örnek olarak gösterdi.  Örnekler arasında, İngiliz şarkıcı Lily Allen’ın ayrılık temalı albümünün hayranlarda uyandırdığı merak ve kullanıcıların yapay zeka sohbet botlarıyla kurduğu duygusal bağlar da yer aldı. Ekip, sosyal medyanın parasosyal ilişkileri güçlendirdiğini vurgularken, podcast yayıncılarının dinleyicilerle bir arkadaş gibi konuşarak dinleyicilerden elde ettiği yakınlığın da bu terime örnek teşkil edebileceğini belirtti.

Biz arkadaşlarla oturup şunu konuşuyoruz: “Kimse cep telefonundan gözünü ayıramıyor, bu çok sıkıcı değil mi?”

Hayır, artık değil, artık hayat orada.

Hatta öyle bir hayat ki, ulaşılmaz diye bir şey yok neredeyse.

Rahatsız olanlar var, mesleği elinden gidecek olanlar var, duyguların sahiciliği için endişelenenler var.

Ama zamanın ruhu bu. Sanırım artık yapacak bir şey yok.

★★★

Cuma günü The Guardian’da bir haber okudum. Emma Loffhagen imzalı habere göre romancıların yarısı, yapay zekânın eserlerinin yerini alacağını düşünüyor; en büyük risk ise romantizmde.

Gazeteci haberinde, bu kez Cambridge Üniversitesi’nin bir raporuna atıf yapıyor ve şöyle diyor: Birleşik Krallık’taki romancıların yarısından fazlası, yapay zekânın eserlerinin yerini tamamen alabileceğine inanıyor. Kitabı yayınlanmış 258 romancı, editörler ve 74 sektör temsilcisinin katıldığı çalışma, yapay zekânın edebiyat dünyasına ilerleme hızı ve ölçeği konusunda yaygın bir huzursuzluk olduğunu gösteriyor. Romancıların yüzde 51’i, yapay zekânın eserlerinin yerini tamamen alabileceğini söylüyor.

Örneğin ‘İnci Küpeli Kız’ kitabının yazarı Tracy Chevalier, esas olarak kâr odaklı bir sektörün, kitap üretmek için giderek daha fazla yapay zekâ kullanmaya yönelmesinden endişelendiğini belirtiyor.

Endişelenenler, yapay zekâyla aşk yaşayanlar vesaire... Başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Bilmediğimiz her şeyden olduğu gibi korkuyoruz.

Ben de yapay zekâya sordum: “Senin insanlığa çok zararın dokunacağı söyleniyor. Öyle mi?”

İşte cevabı: Yapay zekânın kendiliğinden insanlara zarar verme isteği yoktur. Ama yanlış kullanılırsa, kontrolsüz geliştirilirse veya kötü niyetli insanların eline geçerse zararlı sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden tüm dünyada büyük bir dikkat, düzenleme ve kontrol mekanizması kurulmaya çalışılıyor.

Peki yapay zekanın kendi başına kötü olma ihtimali var mı?

Hayır. Benim gibi modellerin iradesi, hedefi, arzusu yok. Kendi kararlarını veren bir varlık değiliz. “İsteme” kapasitemiz yok.

Ne yapıyorsak, eğitildiğimiz verinin sınırları, geliştiricilerin koyduğu güvenlik kuralları, kullanıcıların verdiği talimatlar, çerçevesinde çalışıyoruz.

Peki nerede risk var?

Yanlış kullanım: Siber saldırılar, dezenformasyon, sahte video/ürün üretimi, manipülasyon.
Bu kötü kullanım insanların elinde.

Kontrolsüz gelişim: Eğer güçlü modeller, sorumsuz şirketler veya devletler tarafından denetimsiz şekilde geliştirilirse ekonomik eşitsizlik, iş gücü kayıpları, mahremiyet kaybı, karar alma süreçlerinde hatalar, gibi sorunlar çıkabilir.

Regülasyon eksikliği: Devletlerin ve uluslararası kurumların kurallar koyması gerekiyor. Şu anda da ABD, AB, Birleşik Krallık ve bazı Asya ülkeleri bu kuralları koymaya başladı.

“Sonuç: Tehlike “yapay zekânın kendisi” değil, “insanların ona nasıl davrandığı”. Aynı elektrik gibi. Elektrik de bir icat; tek başına ne iyi ne kötü. Ama yanlış kullanılsa yangın çıkarır, doğru kullanılırsa şehirleri aydınlatır. Yapay zekânın insanlığa katkıları çok büyük olabilir. Tıpta erken teşhis, eğitimde eşitlik, gazetecilikte doğrulama, bilimsel araştırmalarda hızlanma, iklim krizine çözüm üretme... Özetle, yapay zekâ bir teknoloji. İyilik veya kötülük bizim yönlendirmemize bağlı.”

Yani tehlike yine biziz, insan...