Tarih:

25 Nisan 1974 Perşembe...

Saat:

00.25...

Yer:

Portekiz’in başkenti Lizbon...

Şehrin radyo istasyonu:

“Grandole Vila Morena” isimli şarkıyı yayınlıyor...

Şarkının Türkçe meali şöyle:

Kahverengi şehir Grandola...

Kardeşliğin şehri...

Birbirine göz kulak olan insanların şehri...

Her köşe başında:

Bir arkadaş bulabilirsin...

Her yüzde:

Eşitliği görebilirsin...

Grandola:

Kahverengi şehrim...

Kardeşliğin şehri...

Yaşı bilinmeyen:

Ulu meşelerin altında...

Seninle kan kardeşi olduk...

Senin iradenle Grandola...

Ve...

Müzikle beraber...

Lizbon’un içindeki ve civarındaki askerî birlikler harekete geçiyor...

Hedef:

Diktacı hükümeti devirmek...

Güvenlik polisi küçük ölçekli bir direniş gösteriyor önceleri...

Hiç kimsenin burnu bile kanamadan...

Polisler de katılıyor askerî birliklere...

Askerî birlikler belli başlı:

Bakanlıkları...

Yayın istasyonlarını...

Postaneyi...

Havaalanlarını...

Ve...

Telefon santrallerini işgal ediyorlar...

Sabahın ilerleyen saatlerinde:

Sokaklar ve caddeler adeta insan seli...

İşte o insan selini oluşturan ezilmiş insanlar...

Ellerinde tüfekleriyle yürüyen askerlerinin namlularına:

Karanfiller sokuyor...

Askerleri alkışlıyorlar...

Akşam üstüne doğru...

Devrik diktatör Marcello Caetano, Portekiz’in yeni askeri liderliğine teslim oluyor...

Ve canlarım:

25 Nisan:

Dünya çapında bir demokratlaşma için...

İdeal bir işaret fişeği görevi görüyor adeta...

Çünkü...

O güne kadar tüm askerî darbeler:

Demokrasiyi getirmek değil...

Demokrasiyi yıkmak için yapılıyordu...

Günün sözü

“Batıda hayaller gerçekleştirmek için kurulur, Doğu’da ise gerçeklerden kaçmak için...”.

Gonçarov

ÖVÜYOR MU? SÖVÜYOR MU?

Bekri Mustafa’yı tanıklık yapması için mahkemeye götürdüler...

Kadı, Bekri’ye sordu:

“Tanıklık edeceğin kişi için, ‘iyidir, içki içmez, akşamları evine erkenden gider, gürültüsüz, sakin bir adamdır’ diyorlar. Sen bu söylenenlere katılır mısın?..”.

“Katılırım” dedi Bekri...

“Yani adamı tanıyorsun...”.

“Evet...”.

“Nereden tanıyorsun?..”.

“Balık Pazarı’ndaki meyhanede tanışmıştık...”.

Allah her başı derde düşene:

Bekri Mustafa gibi bir tanık mı versin?..

Yoksa...

Bekri gibi bir tanıktan korusun mu?..

“Ne alâka?..” demeyin...

Öyleleri var ki medyamızda...

Özgür Özel’i övüyor mu, sövüyor mu belli değil...

AYAKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Eski başbakanlarımızdan ve 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel merhum 55 yıl kadar önce...

Üniversiteli gençler kendisini ve hükümetini protesto etmek için sokaklara döküldüğünde:

“Sokaklar yürümekle aşınmaz” demişti...

Başbakan demek istiyordu ki:

“Aklın özgürlüğünü kabul edenler...

Ayakların özgürlüğünü de kabul etmelidirler...”.

Ayakların da akıl gibi özür olmasını isteyen Demirel döneminde demokrasi:

Sokaklarda özgürce yürüyebilmek...

İktidarları eleştirebilmekti...

Keşke...

Bugün de politikacılarımız...

O günlerin politik ahlâkına:

Sahip olsa...

Keşke...

DEMOKRASİNİN GETİRDİĞİ ZENGİNLİK

Canlarım...

Ülkeyi dikta rejiminden kurtaran...

Portekiz’e:

Demokratik hukuk devleti rejimini getiren askerî darbeden sonra:

Portekiz ayağa kalktı...

Demokratik rejim:

Tüm gelişmiş dünya ülkeleri nezdinde saygınlık kazandı...

Küresel sermaye akın akın ülkeye geldi...

Sabit yatırımlar hızlandı...

Halk morallendi...

İşsize iş...

Aşsıza aş verildi...

Dün...

İşte bu Portekiz’in Başbakanı Antonio Costa...

Yönettiği ülkede açılan yolsuzluk soruşturması devam ederken...

Cumhurbaşkanına istifasını sunduğunu bildirdi...

Dikta rejiminden sonra kurulan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti:

Hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı...

Yolsuzluğa bizzat karışmasa bile:

“Fırat boyunda bir koyun kaybolsa sorumlusu benim” diyen Hz. Ömer gibi davranabilen:

Politikacı devlet insanları yetiştirdi...

Haber bu kadar...

Yorum bu kadar...

Darısı:

Diktatörlerin...

Tiranların...

Despotların zulmü altında...

Kimliğini ve karakterini kaybeden...

Ve...

Çile çeken...

Tüm halkların başına...

Bu arada unutmadan:

Namuslu devlet insanlarına sahip toplumlara gıpta ediyorum...

SİSTEM İNSANDAN DEĞERLİ MİDİR?

Portekiz demokratik devrimiyle başlayan demokratikleşme dalgasında, otoriterlikten demokrasiye evrilen ülkelerde otoriter yöneticiler:

Anayasal demokrasiyi öldürdükleri için değil...

İktidarlarında:

İnsanları öldürdükleri için yargılanıp mahkûm oldular...

12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller ise...

İşkence, idam ve öldürülen insanlar için değil...

Anayasal demokrasiyi öldürdükleri suçlamasıyla yargılanıp mahkûm edildiler...

Bizi:

Kişi ve kurumlarımızla demokrasiyi içselleştirmiş halklardan ayıran en kötü yönümüz bu:

Oysa...

Hiçbir sistem...

İnsan canından daha değerli değildir...

Ve...

İşkence suçu...

Yargısız infaz suçu...

Anayasal rejimi devirmekten:

Daha ağır suçtur...

SONU İYİ DİLENCİ

Adı: Şule Kayatürk...

26 yaşındaymış...

Eğitimi bilinmiyor...

İşi: Fenomen (Ne demekse...).

16 villa...

28 daire...

1 helikopter...

173 iş yeri...

Ve...

1 yatının olduğu iddia ediliyor:

Yalanlamadı...

“Yanlışım varsa devletime helal olsun” dedi...

Dilan Polat için söylediğim Sadi-i Şirazi sözünü...

Bu hanım için de hatırlatayım:

“Sonu iyi dilenci, sonu kötü padişahtan iyidir...”.

DÜNÜN TWEETİ

GÖNÜL

@Gonulje

52 yaşındayım. 16 yaşından beri yarı zamanlı-tam zamanlı çalıştım. Türkiye’de en çok satan gazetelerden birinde senelerce üst düzey yöneticilik yaptım. İyi işlerde çalıştım. 1 evin yarı tapusunu sahibim ve 10 bin TL emekli maaşım var. Kredi kartı borcumu yapılandırdım. Söyleyeceklerim bu kadar. Zehir zıkkım olsun.

HATIRLASINLAR

Bir sohbetimizde eski bakanlarımızdan Ali Naili Erdem’e:

“Politika nedir?” diye sormuştum...

“Ben sana politikanın ne olmadığını söyleyeyim” dedikten sonra cevap vermişti:

“Politika, entrika değildir...”.

İYİ Parti’den seçilip AKP’ye transfer olan milletvekili başta olmak üzere...

“Ben adamı arkadan hançerlemem, kalbine ya da şah damarına saplarım” diyen eski dostlara...

Ve...

Tüm politikacılara hatırlatmak istedim...