“Milli güvenlik meselesi”...
Üç kelime, koca bir ülkeyi birleştirmeye yeter.
Bu üç kelime söylendiğinde akan sular durur, kimse çıtını çıkarmaz.
Mesele derindir çünkü. Hassastır. Şakaya gelmez.
Mesele vatansa, gerisi teferruattır.
Ama bir soru var: Kim belirler “milli güvenlik meselesi”nin sınırlarını?
Güvenlik nerede başlar, nerede biter?
Ne olursa “milli”dir, ne olursa “teferruat”?
Madencilerin “geçinemiyoruz” diye greve gitmek istemesi mi milli güvenliktir?
Bir gazetecinin Youtube’da yaptığı yorum mu?
Son zamanlarda bu üç kelime, neredeyse her yasak kararının başına yapıştırılıyor.
Yasağa “milli güvenlik” dendi mi, tartışma bitiyor.
Oysa bu kadar hassas bir kavramın içini boşaltmak, onu sıradanlaştırmak en büyük tehlike değil mi?
Her şeye “milli güvenlik” demek, o kavramı bir gün gerçekten ihtiyaç olduğunda işe yaramaz hale getirmez mi?
Gerçek bir milli güvenlik meselesinden bahsedelim o zaman:
Türk-İş’e göre dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 86.036 TL.
Temmuz bitti, asgari ücrete ara zam bile konuşulmadı.
Emeklinin zamlı maaşı 16.881 TL.
Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo’nun anlattığı gibi, çöpten topladıklarıyla menemen yapan bir aile zehirlendi, hastaneye kaldırıldı.
Pazar artıklarında sebze meyve arayanlar çoğalıyor.
Ülkenin dört bir yanında çocuklar yetersiz besleniyor.
Kansızlık, bodurluk her geçen gün artıyor.
Soruyorum: Hangisi milli güvenlik meselesi?
Karnı doymayan bir toplum, geleceğini yurt dışında arayan gençler, kirayı ödeyemeyen aileler, borcunu ödemek için organını bile satmayı düşünen insanlar...
Bunlar milli güvenliğin neresinde?
Milli güvenlik, sadece sınırda nöbet tutan askerle, gökyüzünde uçan İHA’yla SİHA’yla sağlanmaz.
Bir ülkenin insanı onurlu bir yaşam sürdüremiyorsa, karnı doyurulamıyorsa, umutları elinden alınıyorsa...
O ülkenin güvenliği zaten içeriden delinmiştir.
O yüzden asıl mesele şu:
Gerçek milli güvenlik tanımı, yalnızca “devleti korumak” değil, o devleti ayakta tutan insanı korumaktır.
Geri kalanı, işte o meşhur teferruat.
Anaların gözyaşı seçmeli mi?
“Analar ağlamasın” diyerek başlar o büyük laflar.
Barış için, kardeşlik için, adalet için...
Ama birileri her defasında şu soru görmezden gelinir:
Hangi analar?
Bir yanda “kimse ölmesin” diye kurulan komisyonlar...
İçine “demokrasi”, “toplumsal barış”, “hukuk” gibi süslü kelimeler tıkıştırılan isim tartışmaları...
Diğer yanda ise hastane bahçesinde, Adli Tıp raporunu beklerken fenalaşan anneler.
Çok net bir soru var artık önümüzde:
Bu ülkede “ağlamasın” denen analar sadece belli kimliklere, belli partilere, belli kökenlere mi ait?
“Analar ağlamasın” diye diye memleketin dört bir yanına hoşgörü vaadi sunanlar,
Mesele CHP’li bir belediye başkanına gelince neden sessiz?
Murat Çalık...
İki kez kanseri yendi.
Şimdi nüks riskiyle bir kez daha cezaevinde, sağlığı pamuk ipliğine bağlı.
Onun annesinin, eşinin, çocuğunun gözyaşı “barış” masalarında hiç konuşulmuyor.
Barış kimlikli mi olur? Gözyaşı partili mi akar?
Peki, hangi analar ağlamasın?
Hangi evlatlar yaşasın?
Hangi hayatlar kurtarılmaya değer?
Yaşam hakkı pazarlıkla, kimlikle, partilerle ölçülmez.
Bugün bu soruları sormazsak, yarın hiçbir komisyonda, hiçbir isim tabelasında, gerçek adaletin yerini bulduğunu göremeyiz.
Ve şunu unutmayalım:
Anaların gözyaşı eşit değilse, bu ülkede hiçbirimiz eşit değiliz.
Bizden bir başarı hikayesi
Sırada bizden güzel bir haber var...
Temmuz ayında Türkiye’nin en çok okunan, en çok ziyaret edilen ve en çok vakit geçirilen haber sitesi yine sozcu.com.tr oldu.
Toplam ziyaretçi sayımız tam 81 milyon 420 bin.
En yakın rakibimizi ise neredeyse 4’e katladık.
Üstelik bu sadece “tıklanmak”la sınırlı değil...
Okuyucularımız sitemizde, rakiplerimizin çok çok üzerinde zaman geçiriyor.
Bu, bir anda gelen bir başarı değil.
Büyük bir emek, ekip işi ve istikrarın sonucu.
Çünkü biz yalnızca bir haber sitesi değiliz...
Korkusuz Gazetesi, Sözcü Gazetesi, Sözcü Televizyonu, sozcu.com.tr, Sözcü TV ve Korkusuz TV’nin YouTube kanalları...
Aynı çatı altında yazan, çeken, anlatan, aktaran onlarca gazeteci, editör, kameraman ve teknik ekip...
Hepimizin tek bir amacı var: Gerçeği sizlerle buluşturmak.
Bu vesileyle tüm çalışma arkadaşlarımı yürekten kutluyorum.
Okuyan, izleyen, destekleyen herkese teşekkür ediyorum.
Ve sözümüzü yineliyoruz: Gerçeklerin peşinden gitmeye devam...