Diyanet’in cuma hutbesinde kız çocukları ve miras hakkına değinildi; “Kişinin kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır” denildi.

Tartışma, bu ifadenin Medeni Kanun ve madde 136’da tanımlanan Anayasa’yı ihlal etmesi üzerinden yürüdü.

Korkusuz’un kıymetli Yayın Yönetmeni Mihriban Beyaz, bu sözleri Diyanet söylediği için çokça insan tarafından dikkate alındığını belirtti. Evet, bu konuyu bir ilahiyat profesörüne sormalıydık. Prof. Dr. Şahin Filiz’i aradım.

Tam tersi bir ifade kullandı: Kız çocuklarını mirastan tamamen mahrum bırakmak büyük bir günahtır ve kul hakkı ihlalidir. 

Filiz’e göre, Diyanet’in hutbesindeki mirasla ilgili bölüm, klasik İslam hukuku (fıkıh) perspektifini yansıtıyor. Bu değerlendirmeyi iki ana başlık altında ele alabiliriz: Hutbenin savunduğu pozisyon ve bu pozisyonun dayandığı dini metinler.

İşte hutbenin pozisyonu ve söylemi açısından değerlendirildiğinde, miras konusundaki iki temel mesaj:

Kız çocuklarını mirastan tamamen mahrum bırakmak büyük bir günahtır ve kul hakkı ihlalidir. Bu kısım, İslam öncesi cahiliye döneminde veya günümüzdeki bazı geleneksel uygulamalarda kadınların mirastan dışlanmasını hedef almaktadır. İslam hukukuna göre bu, kesinlikle haramdır. Kur’an, kadınlara belirli miras hakları tanımıştır ve bu hakları gasp etmek büyük bir suçtur.

Devam ediyor Prof. Filiz: “Diyanet’in kadınların miras hakkıyla ilgili son hutbesini dinlediğimde, hutbenin bu ilk temel mesajını duyunca, ‘tamam, Diyanet bu kez doğru ve yerinde bir hutbe irat ediyor’ demiştim. Gerçekten de İslam öncesi Cahiliye diye adlandırılan dönemde kadınlar sosyal, siyasal, kültürel ve mali her alanda dışlanmışlardı. Mali güç, eril toplum yapısının belirleyici öğesiydi ve kadınlar -zengin ve soylu ailelere mensup olanlar dışında-bu ekonomik güce ortak edilmiyor; insandan sayılmıyordu. Miras yoluyla mali güç ve nüfuz sahibi olmalarını da önlemek için, mirastan bütünüyle yoksun bırakılıyor; aileden düşen miras tamamen aile içindeki erkekler tarafından paylaşılıyordu. Erkekler arasındaki paylaşım, eşitti, çünkü erkekler, aynı aileden de olsa kadınlara göre daha çok eşitti. Bazı ayet ve hadislerdeki dayanaklar, İslam öncesi kadınların bu miras hakkını yok sayan anlayış ve uygulamaları ortadan kaldırmış ve kadına da miras hakkı tanıdığını, bu hakkın doğrudan ‘kul hakkı’ olduğunu hükme bağlamıştır. Miras bir kul ya da insan hakkı olarak belirlenmiş ve tartışılmaz naslara bağlanmıştır. Başka bir deyişle, mirasın, cinsiyete göre taksimi haram kılınmış bir insan hakkıdır ve naslarda belirtilen husus, bu mirasın erkek ve kadına göre hangi miktarlarda paylaşılacağına dair matematiksel ölçülerden ziyade, kadının yoksun bırakıldığı hakkın ikamesini öncelemektedir. Mirasta ölçü ve miktar, nassın asıl mesajı değildir. İslam hukuku 800 yıldır İslam’ın ilk dönemine ilişkin uygulamaları ve nas yorumlarını esas aldığı için, mirastaki paylaşım miktarları konusundaki fetvalar, çok gerilerde kalmış; değişen, çeşitlenen, karmaşıklaşan insan yaşamı ve kadınların 200 yıldır elde ettikleri sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik kazanımları dikkate alınmadan hep pay miktarı ve taksim şekilleri tartışılır olmuştur. Mazruf yerine zarf tartışılır olmuştur.”

Şahin Filiz

KUR’AN VE HADİSLERDEKİ DAYANAKLAR

Hutbenin bu yaklaşımının, doğrudan Kur’an ayetlerine ve bu ayetlerin klasik yorumlarına dayandığını söylüyor Prof. Şahin Filiz.

İslam’da miras hukukunun temeli Nisa Suresi’nin 11. ayetidir. Bu ayette şöyle buyrulur: “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder...”

Bu ayet, bir erkek çocuğun, bir kız çocuğunun iki katı miras alacağını açıkça belirtir. Hutbede geçen “Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsü” ifadesi doğrudan bu ayete atıfta bulunmaktadır.
İslam alimleri, bu 2’ye 1 oranının gerekçesini, İslam aile hukukunun bütüncül yapısı içinde açıklamışlardır. Bu yoruma göre:

Erkeğin Mali Sorumlulukları: İslam hukukunda erkek, ailenin geçiminden birinci derecede sorumludur. Evlenirken kadına “mehir” vermek, evliliğin devamı boyunca eşinin ve çocuklarının tüm masraflarını (barınma, yeme-içme, giyim, sağlık vb.) karşılamak erkeğin görevidir.

Kadının Mali Konumu: Kadının ise aile geçimine katkıda bulunma zorunluluğu yoktur. Aldığı miras, mehir veya kendi kazancı tamamen kendisine aittir ve bunu ailesi için harcamak zorunda değildir. Koca, eşi kendisinden daha zengin olsa bile onun geçimini sağlamakla yükümlüdür.

Bu perspektiften bakıldığında, erkeğe daha fazla pay verilmesi, ona yüklenen daha ağır mali sorumluluklarla dengelenmiş bir “adalet” olarak görülür. Yani sistem, matematiksel “eşitlik” yerine, sorumluluklara dayalı bir “denklik” (adalet) üzerine kuruludur. Hutbe, “ilahi adalet” derken bu klasik yorumu temel almaktadır.

HADİSLERDEKİ UYGULAMA NE DİYOR?

Prof. Şahin Filiz anlatmayı sürdürüyor: “Peygamber’in uygulamaları ve hadisler de Kur’an’daki bu hükümleri teyit eder ve detaylandırır. Örneğin, Uhud Savaşı’nda şehit olan Sa’d b. Rebi’nin amcası tüm mirasa el koyunca, Sa’d’ın eşi durumu Peygamberimize şikâyet etmiş, bunun üzerine miras ayetleri inmiştir. Peygamberimiz de ayetin hükmüne göre mirasın kız çocuklarına, anneye ve amcaya paylaştırılmasını emretmiştir. Bu olay, İslam’ın kadınlara miras hakkı tanıyan devrimci yönünü göstermekle birlikte, uygulamanın Kur’an’da belirtilen oranlara göre yapıldığını da ortaya koyar. Kuran ve hadislerdeki bu dayanaklar, hutbenin hem birinci hem de ikinci temel mesajının esinlendiği dayanaklardır.”

Sonuç olarak hoca şunu söylüyor:Miras, erkekler gibi kadınlar için de bir haktır ve bu haktan yoksun bırakılamazlar. Buraya kadar verilen mesajda sorun yoktur. Ancak, Diyanet’in bu hutbesinde verilen ikinci temel mesaj, neredeyse ilkini ortadan kaldıracak sübliminal vurgular içermekte; mirasın cinsiyet fark etmeksizin bir hak olduğu gerçeği ve saptaması, iş paylaşıma gelince temelden çelişki yaratmaktadır. Diyanet, kaşıkla verdiğini aynı hutbede kepçeyle geri almakta; kadına verilen miras hakkını, miktar ve paylaşımı hakkın önüne geçirerek kadın hakkı aleyhinde şekle ve hesaplamaya kurban etmektedir.”

EŞİTSİZLİĞİ ALLAH’IN TAKDİRİ OLARAK MEŞRULAŞTIRMAK

Peki ama hutbede kız çocuklarının Allah’ın belirlediği paya razı olmaması da bir kul hakkı ihlalidir deniyor.  Buna ne diyeceksiniz?

Prof. Filiz, “İşte bu, meselenin tartışmalı ve hassas noktasıdır. Hutbe burada, Kur’an’da belirtilen miras paylarını ‘ilahi adalet’ olarak tanımlamakta ve bu paylaşıma rıza göstermeyi imanın bir gereği olarak sunmaktadır. Bu söylemle, Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü eşit paylaşım talebi, ilahi düzene bir karşı çıkış olarak kodlanmakta ve eşitsizlik, ‘Allah’ın takdiri’ olarak meşrulaştırılmaktadır” diyor.

Peki Diyanet neden, Türk kadınına İslam öncesi Cahiliye’nin simülasyonunu “kul hakkı”, “hakkaniyet”, “adalet” gibi evrensel kavramlarla İslam’ın emri gibi sunuyor?

Prof. Dr. Şahin Filiz’in bu konudaki yorumlarını da yarına bırakalım.