CHP’de gözler pazartesi günkü Kurultay Davası’na çevrilmiş durumda.
4-5 Kasım 2023 Olağan Kurultayı ile 6 Nisan 2025 Olağanüstü Kurultayı’nın iptali için açılan dosyalar birleşti; tutanaklarda ilk kez “mutlak butlan” ifadesi yer aldı.
Mahkeme davayı açanların talebini kabul edip “yok hükmünde” kararı verirse genel başkanlık, kural gereği, bir önceki isim olan Kemal Kılıçdaroğlu’na dönecek.
Tartışmayı alevlendiren de onun sözleri: Partimi kayyuma terk etmem.
★★★
“Kayyum” Türkiye’de sinir uçlarına dokunan bir kelime.
Doğu’daki belediyelerden İBB’nin kapısına kadar uzanan bir müdahaleyi çağrıştırıyor.
Görevi devralan isimlerin, dakikalar içinde makam koltuğundan çektirdiği gülen fotoğraflar, sosyal medya hesaplarından eski başkanların tek tek fotoğraflarının silinmesi, mermer kaplamalı, özel tuvaletli makam odaları, altın varaklı toplantı salonları...
Oysa CHP dosyasında böyle bir ihtimal yok.
Mahkeme vali ya da kaymakam atamaz; Kılıçdaroğlu’nun görevi reddetmesi durumunda en fazla partinin kendi üyelerinden bir çağrı heyeti oluşturur.
Gelin biraz hafızamızı tazeleyip senaryoları tartışalım.
★★★
Eğer mahkeme, geçtiğimiz yılki kurultayı “mutlak butlan” yani yok hükmünde diyerek iptal ederse bir önceki yönetim kendiliğinden görevine geri dönüyor.
Kılıçdaroğlu tam yetkili genel başkan oluyor.
Bu, kendi (eski) Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu’nu çalıştırabilir, her türlü kararı alabilir demek.
İddia edildiği gibi ilçe kongrelerinden başlayıp 1-1.5 yıla yayılan bir süreçle delege sürecini başlatabilir.
Yeni bir kurultayı istediği kadar öteleyebilir.
Aday belirleyebilir, partiyi her yerde, her koşulda temsil edebilir.
★★★
Kılıçdaroğlu’nun görevi reddettiği senaryoda ise partiyi yönetecek bir mekanizma kalmaz.
Bu durumda mahkeme, partinin kendi üyelerinden oluşacak bir çağrı heyeti atar.
Buradaki kilit kelime: Üyelerinden.
Yani çağrı heyeti dışarıdan atanmış bir kayyum değil.
Partinin kendi üyelerinden oluşur.
Mahkeme atama yaparken tarafların önerdiği isimlere, bu kişilerin partiyle bağlarına, tarafsızlık, güvenilirlik gibi kriterlere, daha önce benzer görev alıp almadıklarına bakar.
Üstelik bu heyetin görevi 45-60 gün içinde kurultayı toplamaktan öteye gitmez.
Ne yönetimsel karar alabilir, ne basın açıklaması yapabilir.
Partiyi temsil edemez.
Bu, Türkiye siyasi tarihinin gördüğü en sınırlı yetkili mekanizmalardan biridir.
Ama bugün, neredeyse bir “siyasi işgal” gibi sunuluyor.
★★★
Mekanizma yeni değil.
2016’da MHP’de Meral Akşener, Koray Aydın, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’ın başını çektiği parti içi muhalefet Bahçeli’ye karşı imza topladı.
MHP üyeleri Ayhan Erel, Ali Sağır ve Mehmet Bilgiç’in çağrı heyeti olarak atanmasını istedi.
Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi talebi kabul etti.
Hiçbiri kayyum değildi; Ülkü Ocakları’ndan, MHP’nin kurucu kadrolarından gelmiş isimlerdi.
Ancak sonrasında işler karıştı.
Genel Merkez karşı çıktı.
Heyetin belirlediği tarih olan 15 Mayıs 2016’da yapılacak olağanüstü kurultay Ankara Valiliği tarafından polis müdahalesiyle engellendi.
Yargıtay 9 gün sonra “yetkileri sadece ve sadece kongreyle sınırlı” diyerek olağanüstü kurultayın toplanması kararını onadı.
19 Haziran 2016’da kurultay toplandı, tüzük değişti.
MHP Genel Merkezi dava açtı, kurultay iptal edildi.
(CHP Genel Başkanı Özgür Özel yıllar sonra bu süreci “Cumhur İttifakı sokakta değil adliye pazarlıklarında kuruldu” diye tanımlayacaktı.)
MHP’nin eski yönetimi çağrı heyetindeki 3 ismi de partiden ihraç etti.
İyi Parti ve Zafer Partisi bu sürecin sonunda kuruldu.
Aynı süreç Saadet Partisi’nde ise çok daha kolay işledi.
2020’de iç çekişme büyüyünce mahkeme partililerden oluşan bir heyet atadı; kongre toplandı, dosya kapandı.
★★★
Sözün özü...
CHP’de açılan davada davacılar “mutlak butlan” talep ettiği için dilekçede çağrı heyeti ismi önerilmiyor.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun görevi reddetmesi bu süreci beraberinde getirebilir.
Buna rağmen “Kimin kayyum olacağı belli değil” demek, bilinçli bir şekilde çağrı heyetini kriminalleştirme gayretinden öteye gitmiyor.
Hem hukuken yanlış hem de toplum nezdinde süreci “dış güçlerin darbesi” gibi gösteriyor.
MHP’nin o karmakarışık sürecinde dahi gördük: Heyet ne devlet görevlisi ne tam yetkili; tek işi sandığı kurmak.
İşin ironisi, 2016’da MHP dosyasında “yargı darbesi” diyen iktidar çevreleri bugün CHP tartışmasına “hukuka saygı” diye yaklaşıyor.
Dünün şüphesi bugünün teminatına dönüşmüş durumda.
Halbuki sözcükler büyük olsa da yetki dar; kalan ise sadece siyasi retorik.