Yıllar öncesinden  üç fotoğraf karesiydi…

İnsan olanın yüreğini parçalayan üç adet fotoğraftı.. Birazcık vicdanı, haysiyeti, karakteri olanın yüzüne inen üç adet şamardı...

Birinci fotoğraf: Kayseri’deki kahpe bombalı saldırıda şehit olan 23 yaşındaki  Kenan’ın Zonguldak Ereğli’deki cenaze töreninde annesi Şehime Döngel, dondurucu soğukta üzerinde bir hırka, ayağında yazlık ayakkabı, hıçkırarak feryat ediyor, “Kenan’ım, mavişim anneni bırakıp nereye gidiyorsun” diye dövünüyordu... Soğuğun, ayaklarının su içinde morarmış olmasının hiçbir hükmü yoktu, kadıncağız hissetmiyordu bile...

İkinci fotoğraf: Durumun farkına varan bir kadın astsubay, Şehime Ana’nın ayaklarını havluyla sarıyor, onun ve eşinin sırtına battaniye konuluyordu...

Üçüncü fotoğraf: Bir askerin çarşıdan satın alıp süratle tören alanına getirdiği bir çift bot, acılı anneye giydiriliyordu...

-Büyük bir kederle bakmıştım o acıtan, utandıran fotoğraflara...

Memleketin bir başka kenti, Afyonkarahisar’ın Çay ilçesine bağlı Karacaören Beldesi... Kapıyı açan Ramazan Olcay, karşısında askeri yetkilileri görünce içeri girmiş ve ağlamaya başlamıştı... Anne Emine Olcay ise “Guzum, guzum benim”  diye hıçkırarak kendisini balkona atmıştı. Askerler daha bir şey söyleyemeden acılı babanın herkesi ağlatan sorusu gelmişti:

-Fatih mi, Ferhat mı şehit oldu?!.

Şaşkına dönen yetkililer, acı gerçeği bu sorudan sonra öğrendiler. El-Bab’ta şehit düşen 23 yaşındaki uzman onbaşı  Fatih Olcay’dı... Ailenin diğer oğlu Ferhat ise Silopi’de askerliğini yapıyordu... Ramazan Olcay şehit haberi getirdiklerini anlamış ama hangi oğlu olduğunu bilememişti...

-Okurken gözlerimin dolmasına mani olamamıştım...

Şehitlik gazilik hep yoksula mı düşer usta?

Gazetelerin, ekranların sürekli haberi haline gelen şehitlerimizin kısacık yaşam öyküleri, yaşadıkları yerler farklı da olsa, bir yönüyle çok benzeşiyorlardı...

-Neredeyse hepsi yoksul çocuklarıydı!

Bakın törenlerde ya da evlerinde görüntülenen şehit ailelerine; o fakirliğin, o acımasız yoksulluğun içinde bile, ağlayarak, feryat ederek olsa dahi, dudakları titrese de, “Vatan sağ olsun” diyebiliyorlardı...

Açıkça söylemek gerekirse ben henüz, “Şehitlik en yüksek mertebe” diyen en büyük Türk büyüklerinin, iki de bir  “Şehit olmak istediğini” söyleyip bedelli askerlik yaptığı ortaya çıkan milletvekillerinin, bürokratların, anlı şanlı zenginlerin herhangi bir yakınının burnunun dahi kanadığını görmemiş, duymamıştım!

Eskiden bedelli askerlik yapanlar, dostlar alışverişte görsün misali, yanılmıyorsam 20 gün kadar askerlik yapardı. Onu da kaldırdılar; son bedelli askerler, bir tek para yatırdıkları banka ya da ATM’yi gördüler!

O bedelli listelerini görmeyi, incelemeyi çok isterdim doğrusu; acaba kimlerin yakınları, hangi köşeleri tutmuş olanların, şehitlik üzerine nutuklar atanların eşi, dostu, oğlu, yeğeni o yasadan yararlanmış, kabak gibi ortaya dökülür müydü acep? Ortaya çıksa birilerinin yüzü kızarır mıydı peki?

-Zerre kadar ihtimal vermiyorum!

“Sıra size de gelecek!”

Aynı zaman dilimi içinde bir mahkeme kararı açıklanmıştı…
Gezi Parkı olayları sırasında, Ankara Kızılay Meydanı’nda 1 Haziran 2013’te  Ethem Sarısülük’ü başından vurarak öldüren polis memurunun cezası belli olmuştu:

-10 bin 100 Türk Lirası!

En iyisi baştan anlatmak... Sarısülük, protesto eylemi sırasında öldürüldükten epey bir süre sonra cinayetin faili olan polis, video görüntüleri ve balistik incelemeler sonunda belirlenmiş ve Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi tarafından  “Olası kastla adam öldürme” suçundan 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılmıştı...

Yargıtay 1’nci Ceza Dairesi kararı usulden bozmuş ve dosyayı yerel mahkemeye göndermişti. Ardından dava  “Güvenlik gerekçesi” ile Aksaray’a aktarılmış, tutuklu polis memuru da tahliye edilmişti.

Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, polis Şahbaz’ı 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıp, bu cezayı da 10 bin 100 lira para cezasına çevirdi...

Böylece Ankara Mahkemesi ile birkaç yüz kilometre uzaktaki Aksaray Mahkemesinin nasıl taban tabana zıt karar verdiği de görülmüş oluyordu!

Karar, Türkiye’de hayatın “Kaç para ettiğini” göstermesi açısından çok vahimdi tabii ama daha da beteri de vardı!.. Mahkeme sonrası Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ÇED Danışma Kurulu Üyesi  Mücella Yapıcı, duyanın kanını donduran şu açıklamayı yapmıştı:

-Mahkeme salonundan çıkarken bir kadın polis ‘sıra size de gelecek’ dedi.

Ben açıkçası o kadar şaşırmamıştım; Yeni Türkiye’nin temellerinin atıldığı 2008’lerde söylediğimiz, hatta haykırdığımız şu slogan, bugünlerin “Çok ileri demokratik düzeni” ni anlatıyordu, anımsıyor musunuz bilmem:
-Susma, sustukça sıra sana gelecek!

Yıllar öncesinden, günümüze güzelim ülkemde insan hayatının ederinin ne kadar olduğunun birkaç örneğini izlediniz sayın seyirciler, geçmiş olsun!