Meclis’te İYİ Parti ile DEM arasında bir “alçak” düellosu yaşanıyor.

Önce İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez, TBMM Grup Başkanı Pervin Buldan’ı, “Sizin 50 bin kişinin katili alçak bir teröristin mesajlarını Türkiye’ye taşımak gibi bir sorumluluğunuz yok” diye eleştirdi.

Sonra İYİ Parti Genel Başkanı Musavat Dervişoğlu DEM Parti’ye yüklenerek, “Siz bu milletin başına bela olan terör örgütünün siyasi uzantısısınız. En az onlar kadar alçaksınız” dedi.

★★★

Bu sözlere PKK’nın azılı katillerinden, “babasını vurduğu için dağa çıkan Şemdin Sakık’ın kardeşi Sırrı Sakık yanıt verdi... Bunu yaparken de ismini veremeden Atatürk ve arkadaşlarına yüklendi::

“Asıl alçaklık ülkeyi birlikte kurduktan sonra dönüp Kürt’ü yok saymaktır. Bir halkın dilini yasaklayanlar alçaktır.”

Olay burada kalmadı...

Turhan Çömez’e ölüm tehditleri yağmaya başladı:

“Çok fazla ileriye gitme yoksa senin o kelleni almak bize farz olacak... Bir daha uyarıda bulunmayacağız!”

★★★

Alçaklık meselesine geleceğim ama... Önce Sırrı Sakık’ın hatalarını düzelteyim:

Atatürk, Kurtuluş Savaşı bittikten sonra Kürt’ü yok saymadı...

Ülkenin hiçbir bölgesini, hiçbir etnik kimliğini diğerinden ayırmadı; o kadar...

“Kürt”ü kim yok saydı biliyor musunuz?

Kürt toprak ağaları ve aşiretleri...

“Sahibi” oldukları Kürt yanaşmaların tüm haklarını onlar engelledi.

Toprak reformunu engelledi.

Okumalarını engelledi.

Güçlenmelerini engelledi.

Hani bugünlerde çok moda ya; “eşit vatandaş” olmalarını engelledi!

Sevdikleri kişiyle evlenmelerini bile engelledi aşiret liderleri...

Sonra da “yanaşmalarının” oyuyla her seçimde kapağı Meclis’e atıp bu sömürü düzeninin devam etmesini sağladılar...

★★★

Dil meselesine ise... Hiç girme Sırrı Sakık!

Çünkü yalan söylüyorsun.

Devlet, iddia ettiğin gibi Kürtçe’yi yasakladıysa... Nasıl oluyor da o bölgede hâl Türkçe bilmeyen, hayatlarını Kürtçe konuşarak sürdüren binlerce kişi yaşıyor?

Bu nasıl yasak?

Senin de mensubu olduğun Badıkan Aşireti’nin geçmişine bir bak Sırrı Sakık...

Büyüklerine sor, “Bizi devlet mi sömürdü, ağa mı?” diye... Bir dinle onları...

Belki utanırsın!

★★★

Gelelim “alçak” meselesine:

Adamlar haklı!

Bu katillere, canilere “alçak” demeyelim bundan sonra!

“Yüksek” diyelim...

Çünkü işledikleri insanlık suçu, alçaltılacak kadar küçük değil...

Yüksek katil hepsi...

Yüksek cani...

Yüksek bebek katili!

Yüksek ırkçı...

Siz de “alçak” diyerek küçültmeyin bunların suçlarını...

Yüksek hain hepsi!

GÜNÜN SORUSU

Sorum Atatürk’e “alçak” diyen “yüksek” Sırrı Sakık başta olmak üzere yanıt vermek isteyen bütün DEM’lilere:

Atatürk’e ettiğiniz hakaretlerin onda birini Kürtleri sömüren, köleleştiren, oylarına bile el koyan aşiret reislerine edebilir misiniz? Ederseniz, bir daha seçilebilir misiniz?

209 numaralı oda!

Gazeteci kardeşim Erdem Atay, Atatürk’e “Alçak” diyen Sırrı Sakık’a, adli bir olayla ilgili bir dizi soru sordu... Aynen şöyle:

“1978’de bir otele kaçırılmış bir kızın 209 numaralı odasına zorla girdin mi? Orada 15 yaşında reşit olmayan o kıza silah zoruyla tecavüz ettin mi? Muş Ağır Ceza’da yargılandın mı? Yargılama sonucunda tecavüzden 9 ay hapis cezası aldın mı? Bu belgelerdeki ‘1957 doğumlu Muş Yörecikli Sırrı Sakık’ sen misin?

Anlatsana bize Sırrı! Bize ‘Jin Jiyan Azadi’nin (kadın, yaşam, özgürlük) resmini çizebilir misin Sırrı! Alçaklığın sırrını anlatabilir misin?”

★★★

Dedim ya... “Alçak” değil bunlar... Yüksek.

Hem de çok yüksek!

Bir çay içer miyiz?

CHP’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek açıklamış:

AKP’li milletvekilleri ve İl Başkanları CHP’li belediye başkanlarını arayıp, “Cumhurbaşkanımızla bir çay içer misiniz?” diyorlarmış...

Sonra da ekliyorlarmış:

“Acaba AK Parti’ye katılmayı düşünür müsünüz?”

AKP’nin yeni taktiği bu demek ki:

Seçmeni tavlayamıyorsan, seçmenden oy alamıyorsan...

Seçileni tavla... Onu transfer et!

Başta Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu olmak üzere son zamanlarda AKP’ye geçen başkanların bu teklife “olumlu” yanıt verdikleri ortada!

Asıl soru şu:

O başkanlar, o çayı içerken haklarındaki dosyalar önlerine konulup tehdit mi edildiler; yoksa hayatlarında göremeyecekleri kadar büyük “şey”lerle satın mı alındılar?

Bugün değil ama beş-on seneye kalmaz bunların hepsi ortaya dökülür...

Yeter ki görmek için ömrümüz olsun!