Öyle sanatçılar vardır ki...

Onları bir köşe yazısında anlatmanız mümkün değildir...

Bilhassa günümüzde sanatçı yerel değil küresel başarılarıyla anılıyor, anlatılıyor...

Ressam ve heykeltıraş Ahmet Güneştekin sadece yerel değil...

Küresel anlamda da:

“En başarılı” sanatçımız...

Bu başarılarını en son, dünyanın önemli sanat merkezlerinden Venedik’teki Palazzo Gradenigo’yu satın alarak adeta taçlandırdı...

Lütfen olaya:

“Venedik’te bir gayrimenkul satın alımı” olarak bakmayın...

Bu satın alım, emlak satın alımının çok ötesinde...

Çok çok üzerinde değer taşıyan...

Anlam ifade eden bir satın alım...

Ben ve sevgilim değerli sanatçımızla Akyaka’da bir balık lokantasında tanıştık...

Ertuğrul Özkök’le birlikte konuğumuz olmuşlardı...

Güneştekin’i, Ertuğrul’un yazılarından tanıyordum...

Ama...

Hayat hikâyesini bilmiyorduk...

Kendisinden dinlediğimizde çok etkilenmiştik...

Biliyorsunuz...

Böylesine ünlü kişilerle bir hikâyesi olmak insana bir başka hava katıyor sanki...

Benim de Güneştekin’le bir hikâyem var...

Madem değerli sanatçıdan söz ediyorum...

Çok kısa süren bir minik tartışmayı sizlerle paylaşmalıyım...

Bir ara söz müzikten ve Kürtlerden açıldı...

Türk musikisinin (Bence):

En sevilen...

Kulağa en hoş gelen...

Ve...

Çok sesli icraya en yatkın makamının (Kürdî) Kürt geleneksel müziğinden alındığını söylediğimde Güneştekin itiraz etmişti:

“Kürdî makamların Kürtlerle hiç ilgisi yok...”.

Çok değer verdiğim dostum Ertuğrul’un konuğuydu...

Tartışmanın anlamı da yoktu...

Eski bir müzisyen olduğumu da söylemeden sadece:

“Öyle mi, demek ki yanlış biliyormuşum” deyip nezaket göstermek zafiyetinde bulundum...

O geceki zarafetim bence:

Çok yanlıştı...

Çünkü ve sanırım o konuları:

Konuğumuzdan daha iyi biliyordum...

Aradan uzun zaman geçti...

Artık değerli sanatçı karşısındaki ezikliğimi kabul etsem de...

Kendisiyle bir hikâyem var...

Bir gün karşılaşırsak...

Size anlattığım bu gerçeği ona da söyleyeceğim...

Peki bu anımı niye sizlerle paylaştım?..

Belki de:
Dünya çapında üne sahip bir sanatçımızla bir hikâyem olduğunu anlatmak ihtiyacı duymuş olabilirim...

Belki canım sizlere hava atmak istemiştir...

Ya da...

Ne derlerdi eskiler:

Belki de:

“İçimde ukde kalmasın” diye anlatmışımdır...

Günün sözü

“Sanatçının görevi soru sormaktır, cevaplamak değil...”.

 Anton Çehov

Farkında mısınız?

Lütfen kızmayın...

Kimisinin hâlâ:

“Askeri ücret” dediği asgari (En az) ücret konusunda:

Kendi düşüncemi söyleyeceğim...

Türkiye’yi yönetenler artık:

Asgari ücret gibi saçmalıklardan vazgeçmelidir...

Asgari ücret, normal emek piyasasında değil...

Fiziki engeli olan yurttaşlara, çalıştırıldıkları işlerde:

En az verilmesi gereken ücret olmalıdır...

Ücretlerin tamamına sınırlama getirmek:

Rekabeti de özgür yarışı da ortadan kaldırır...

Farkında değil misiniz?..

Rüzgâr gibi

Beş ay önce:

“Ve...

Mutlu son...”.

Bugün:

“Ve...

Umutsuz son...”.

Beş ay önce Fas’ta evlenen Şeyma Subaşı ve Mohammed Alsaloussi dün Beykoz Adliyesi’nde tek celsede boşandı.

Sebep mi sonuç mu?

Az gelişmiş ülkelerde muhalif siyasetçi, muktedir siyasetçiyi eleştirirken...

Genelde:

Sonuç üzerinden yapar eleştirilerini:

“Tam bir felaket, tam bir rezalet... Ülkeyi batırdılar... Ülkeyi sattılar...” ve benzeri...

Muktedir siyasetçi ise:

Sebep sonucu haklı çıkarıyorsa:

Sebebi...

Sonuç sebebi haklı çıkarıyorsa:

Sonucu ön plana çıkarır...

Bakınız...

Daha 4 ay öncesine kadar:

“Faiz sebep enflasyon neticedir” diye ısrar eden Erdoğan...

Son 4 aydır:

“Faiz netice, enflasyon sebeptir” diyor...

Ve:

Kendisine mide ve cepleriyle bağladığı gazeteciler:

Sebeple neticenin yer değiştirmiş olmasını hiç önemsemiyor...

Okurlarına ve izleyicilerine...

Erdoğan’ın bu söylediğinin de doğru olduğunu:

Anlatıyorlar...

Neden böyle oluyor?..

Türkiye hâlâ:

Az gelişmişlikle, gelişmekte olan ülke patikasında patinaj çekiyor da ondan...

Yani:

Seçmenlerin çoğunluğu:

İnsani gelişmişlikten çok uzak...

Yani:

Vasat altı...

Yani:

Vasıfsız...

Yani:

Liyakatsiz...

Yani:

Siyasetçilerin çok sevdiği:

İnsan yığınlarından oluşan bir ülke...

Tabii bu arada...

Ülkeyi yöneten kadroları da bu seçmen profilinin seçtiğini unutmayalım...

İyi ki...

“Büyükanne, senin gözlüğün her şeyi büyütüyor mu?..” diye sordu delikanlı...

“Evet” dedi Büyükanne...

Delikanlı sitemkâr bir ses tonuyla devam etti:

“Lütfen tabağıma et koyarken gözlüğünü çıkar...”.

Önemli birinin eşi enflasyonla mücadele edebilmek için:

“Porsiyonlarınızı küçültün” demişti...

İyi ki:

Her şeyi büyüten gözlük takmamızı tavsiye etmemiş...

Kadının adı yok

Düğün ve nikah davetiyelerinde kadının da adının yazılmasının erkekleri tahrik edebileceğini iddia eden Abdurrahman Büyükkörükçü adlı hoca:

“Düğünlerde illa (davetiyeye) annenin de adı yazıyor. Ne gerek var. Başkaları senin hanımının ismini niye biliyor?” dedi...

Gelin de Duygu Asena’yı mihnetle anmayın...

“Kadının adı yok” dediğinde sanki ayıpmış gibi:

“Feminist işte n’olcek” diye suçlanmış, saldırıya uğramıştı...

Buyurun görün...

Duygu haklı çıktı...

Siyasal İslâm’ın şımarıkları:

“Kadının adı olmamalı” demeye başladılar...

Mizahî

Dilan Polat dedi ki:

“Günde kendim için 750 bin lira harcıyorum...”.

Yani...

Ayda 22.5 milyon...

Yılda 270 milyon TL...

Ödediği vergi ne kadarmış duydunuz mu?..

15 bin TL...

Sanırım...

İşi fazla büyütmek istememiş...

Dünün tweeti

CEM TOKER

@tokcem

- Tarihinin en ağır ekonomik krizini halkına yaşatan,

- tarihinin en ağır doğal afetini yönetemeyen,

- tarihte hiç olmadığı kadar suç örgütleri tarafından rüşvet, yolsuzluk, kanunsuzluk, mala çökme, kara para ile suçlanan, bir siyasetçiyi, bir kez daha sandıklara, seçmen kütüklerine sahip çıkamayıp yenemeyen, zaten en az 10. kez seçim kaybetmiş,

- üstelik iktidar milletvekillerinin utançtan sokağa çıkamayıp, halkın, esnafın arasına giremediği dönemde, Meclisi de hezimetle kaybetmiş bir siyasetçiyi, “istifaya davet etmek” benim gibi muhalif bir seçmen için hastalık veya partizanlık değil, “vatanseverliktir.”