Yaşadığım yıllar benim bu ülkeyle ilgili çok yaşamsal bir özelliği fark etmemi sağladı:
-Türkiye “kendine özgü” bir ülke!

Dünyadaki hiçbir ülkeye benzemiyor...

Mesela, yönetenler sürekli olarak yaptığı yanlışları, yediği herzeleri düzeltmeye çalışıyor. Çalıştıkça iyice batırıyor, toplum da bir avuç insan dışında sessiz sedasız bu tükenmek bilmeyen kepazeliği seyrediyor!

Örnek çok, binlerce... Özellikle 50’li yıllardan itibaren ülkeyi yönetenler, siyasi hırsları, beceriksizlikleri, demokrasi hazımsızlıkları nedeniyle Cumhuriyete çok zarar verdi.

Aydınların önemli bölümü kendi halkına ihanet etti, egemenlerin dizinin dibinde “düzenin savunucusu, halkın uyutucusu” kesildi...

En temel ve kutsal görevi halkı aydınlatmak olan gazetecilerin de yine çok önemli bir bölümü iktidarların uşaklığına, tetikçiliğine soyundu.

Peki, ya toplum ne yaptı? Olana bitene nasıl tepki gösterdi, kendi geleceği, çocuklarının istikbali için ne yaptı?

Bu bitmeyen sorular aklıma neredeyse çeyrek asır önce, 25 Eylül 1997’de daha AKP’nin adı bile yokken yazdığım “Kör ve duyarsız bir toplum” başlıklı yazım geldi...

Sizlerden rica ediyorum, bu yazıyı sanki bugün yazılmış gibi okuyun; neler değişmiş ya da değişmemiş, neler çok daha beter hale gelmiş, Cumhuriyet, bu ülke hangi “iki tarafı keskin bıçağın” üzerinde kıvranıyor kendiniz karar verin...

-Çuvaldızı kendinize batırın!..

Kör ve duyarsız bir toplum!

Lise edebiyat kitaplarının birinde hiç unutmadığım, beynime adeta nakşedilmiş bir yazı vardı:
-Bakmak ve Görmek!

Çok etkilenmiştim... O güne dek bilmediğim, ayırt edemediğim yaşamsal bir farkı açıklıyor, bakmanın görmek demek olmadığını anlatıyordu!..

Uzun yıllar sonra konuşmacı olarak katıldığım bir panelde Türk halkının duyarsızlığı, unutkanlığı ve kolay idare edilebilirliğinden söz ederken özellikle bir cümlenin altını çizmiş, kuvvetle vurgulamıştım:

-Biz bakar kör bir toplumuz!..

Bir toplum nasıl olur da körleşir?.. Nasıl olur da gözlerinin önünde söylenen yalanları, yapılan alçaklıkları, ihanetleri, işlenen cinayetleri göremez?..

Çok basit; eğer 65-70 milyonluk bir ülkede ortalama 3 milyon gazete, o da okuyucuya rüşvet vererek satılıyorsa, halkın yalnızca % 6.3’ü kitap okuyorsa, “okumuş insan” oranı ilkokul mezuniyetiyle eşdeğer tutuluyorsa o toplum bakar ama göremez!

-Acı ama gerçek!

Böylesine körleşmiş bir toplum, doğası gereği duyarsızdır.

Sonunda mutlaka ama mutlaka sonsuz acılar çekeceği olaylara bile büyük bir vurdumduymazlıkla bakar.

Sadece bakar, göremez! Bu tür mazoşist toplumlar, kendilerini daha rahat kandırabilmek için atasözleri, deyimler bile icat ederler:

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Pişmiş aşım, ağrısız başım”, “Gelen ağam, giden paşam...

Ama o bin yaşayan yılan eninde sonunda dokunur!

Dokunmakla da kalmaz ezer, yok eder, köleleştirir!

Ortada ne pişmiş aş ne ağrısız baş kalır!

Gelen ağanın da, giden paşanın da bu anlamda hiçbir farkı yoktur...

Duyarsız ve kör bir toplumda düşüncelerin iğdiş edilmesi, milliyetçilik adına, Tanrı adına insanların acımasızca sömürülmesi vakayı adiyedendir!..

Ne yazık ki toplumun büyük bölümü bu durumun farkında bile değildir.

Farkında olanların büyük bölümü ise sinmiş ya da satın alınmıştır.

Karşı çıkanlar da ya yok edilmiş ya işsiz bırakılıp etkisizleştirilmiş ya da zindanlara tıkılmıştır...

Geriye kalanlar da zaten bu sistemi sürdürenlerdir.

-Dehşet verici ama gerçek!

Her halk layık olduğu biçimde yönetilir!

Okumayan, körleşmiş ve duyarsız toplumlar aynı zamanda korkak ve unutkandır!

Bir kısır döngüdür bu. Okumayan, araştırmayan, hakkını aramayan toplumlar körleşir.

Körleşen toplumlar duyarsızdır. Duyarsız toplumlar ise korkaklık ve unutkanlığı bir yaşam biçimi olarak benimser.

Böyle bir toplumda alın teri ve emek alıklık, onur ve erdem modası geçmiş, içi boş kavramlar olarak algılanır! Önemli olan, moda olan en çabuk şekilde köşeyi dönmek, yükselen değerlere ve Yeni Dünya Düzeni’ne adapte olmaktır...

Bu düzenin satılık kalemşorlarının görevi, işte bu aşağılık sistemi bıkmadan usanmadan halka dayatmaktır.

Uyanık, ne istediğini bilen, çağdaş toplumlarda yatacak yeri bile olmayan bu güruh, ne yazık ki körleşmiş duyarsız ve korkak toplumlarda kuruldukları köşelerde halkı zehirleme görevini başarıyla sürdürürler.

Çünkü efendilerin köleleri eğitmek ve olası başkaldırıları engellemek için ruhu satın alınmış uşaklara ihtiyacı vardır!

Peki, Türk halkı böyle bir yaşama layık mı? Yanıtı yine Türk halkı verecek. Vermek zorunda. Seçmek zorunda. Çünkü:

-Her halk layık olduğu biçimde yönetilir!