Ortak paydaları Atatürk, Cumhuriyet ve Kemalizm düşmanlığı...

Geçmişinde faşizmin karasına iyice bulaşıp, bugün Yeni Dünya Düzeni’nin silahşorluğuna soyunanlar...

Yıllarca “solculuk” oynayıp, bugün yükselen değer olarak gördükleri “neo liberalizmin” kucağına oturmakta hiçbir sakınca görmeyenler... Dünün dincileri, bugünün takiyyecileri... Dönekler... Ruhunu ve kalemini kiralayanlar... Kısacası, çıkarları için her renge bürünebilen işbirlikçiler... Ve tabii Batılı dostlarımız!..

Özellikle son 13 yıldır, giderek artan bir ivmeyle Kemalizm’i Mustafa Kemal’den, Atatürk’ü Cumhuriyetten ayırabilmek için düzenlenen kumpas, kampanya sayısını saymaktan çok önceleri vazgeçtim! Prof. kılıklı zibidilerin “Cumhuriyetin ilk dönemi gericiydi”  sayıklamalarından, “yazar- romancı” sıfatlı alçakların, Ergenekon, Balyoz kumpasları sırasında manşete çektikleri  “Ergenekon 1923’te kuruldu 2008’de arınıyor” hezeyanlarına varıncaya kadar çok ihanet gördük, yaşadık... Avrupa’nın önde gelen simalarının  “Kemalizm aşılmadan AB’ye giremezsiniz” sözleri ise her daim geçerli!

Geçmişte “kadın” üzerinden Cumhuriyete saldırı kampanyaları bile denediler.

Yeni Şafak gazetesinde Özlem Albayrak isimli kadın yazar, “Kemalizm’de kadının yeri”  başlıklı yazısında, Cumhuriyet rejiminin kadın kimliğini sildiğini, ataerkil sistemin yeniden üretimine katkı sağladığını, kadınların birer rejim askeri haline getirildiğini yazmıştı, iyi mi! Aslında burada Osmanlı’da “yeri hiç olmayan”, kafes ya da çarşaf altında görünmez halde yaşamaya çalışan kadını çarpıcı örneklerle anlatmak vardı ama değmez, yazıya yazık... Ben size bugün büyük Devrimci’yi anlatmak istiyorum...

- Üstelik bir düşmanın kaleminden!

Nobel Komitesi Başkanı’na yazılan mektup!..

Öncelikle, geçmişi iyi bilmek, bugün içinde bulunduğumuz karanlığı bilmek, soysuzca atılan iftiraları bir tokat gibi muhataplarının yüzüne çarpmak ve çıkış yolunu bulabilmek adına çok önemli... “Atatürk dönemi gericiydi” diye çiziktiren işbirlikçilere yanıt, aslında 1934 yılında, daha o tarihten 12 yıl önce Anadolu’dan kovulmuş bir düşman tarafından verilmişti...

- Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından!..

Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti... Venizelos’un 12. Ocak 1934’te Nobel Komitesi Başkanı’na yazdığı mektup, Mustafa Kemal’in ve henüz 10 yılını doldurmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin akıl almaz başarısını anlatan binlerce kitap ve makalenin kısacık bir özeti gibiydi...

Yunan Başbakanı, mektubunun girişinde, Yakın Doğu ve Orta Avrupa’nın büyük bir kısmınının (Balkanlar) asırlardır çektiği acıları aktardıktan sonra şöyle devam ediyordu:

- Mustafa Kemal Paşa’nın düşmanlarına karşı yaptığı milli harekatın galibiyetle sonuçlanmasının ardından 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması bu istikrarsız duruma son verdi. Bir milletin hayatında bu kadar kısa süre içinde böylesine köklü bir değişim nadir görülmüştür... Büyük devrimci Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hızla, sultanlar rejimi yıkılmış ve gerçekten laik bir devlet kurulmuştur. Millet tümü ile çağdaş uygarlıkların önünde yer almak için, şevk ile, ilerleme yolunda bir atılım yapmıştır. Barışı takviye hareketi, yeni ve seçkin Türk devletine bugünkü görüntüsünü veren tüm iç reform hareketleriyle birlikte yürütülmüştür... Anadolu faciasının hemen akabinde kendini yenileyen Türkiye’ye, bir anlaşma fırsatı görerek elimizi uzattık. O, bu uzanan eli samimiyetle kabul etti... Barışın borçlu olduğu bu kıymetli katkının sahibi kişi, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu nedenle Yunan Hükümet Başkanı sıfatı ile ben, Mustafa Kemal Paşa’yı Yüksek Nobel Barış Ödülü için aday göstermekle şeref kazanırım...”

Yaa, işte böyle!..

“Anadolu İhtilali!”

Daha on yıl önce işgal ettiği, boğazlaştığı bir ülkenin liderini Nobel’e aday gösteren bir başbakan, inanılmaz değil mi?..

Bir de dünyaca ünlü İngiliz gazetesi The Times’ta, 1938 yılında çıkan başyazıya bir göz atalım.

- Avrupa’nın hasta adamını birkaç yılda ilerici modern bir ülkeye ve Balkan Yarımadası’nda, Doğu Akdeniz’de ve Batı Asya’da bir barış ve istikrar abidesine dönüştüren ihtilal (Anadolu ihtilali) gibi sürpriz değişimlere tarihte çok az rastlanmıştır.

Başyazı, Birinci Dünya Savaşı öncesi Türkiye’nin emperyalist güçler tarafından nasıl paylaşılmak üzere olduğunu, nasıl sömürgeleştirildiğini anlattıktan sonra şöyle sürüyor:

- Bugün Türkiye herkesin saygısını kazanmıştır. Artık hiçbir yabancı Türkiye’nin içişlerine karışmayı aklının ucuna bile getirmiyor. Komşular, bırakın Türkiye’ye kötülük yapmayı onunla iyi geçinmek ve iş birliği yapmak istiyorlar. Yabancı Finans çevreleri; yeni Türkiye’nin, herhangi bir projeyi, ancak ülkenin çıkarları ve iktisadi bağımsızlık doğrultusunda olduğu takdirde görüşülebileceğini artık öğrenmiş bulunuyorlar.

Başka söze gerek var mı?.. Aslında bir o günlere, bir de bugünlere bakıp karşılaştırmak yeterli ama bağlandığı efendinin direktiflerini uygulayan uşak ruhlu sözde aydınların itiraf etmesini beklemek de düpedüz saflık olur! Geldiğimiz noktada “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenlere soruşturma açılması nasıl bir süreçten geçtiğimizi açıkça göstermektedir. O nedenle son sözümüz şudur:

- İşbirlikçilerin çabası boşunadır, bu ülke sahipsiz değildir, “her ahval ve şerait altında dahi” bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!

Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtsever teğmenlerine ithaf edilmiştir...