Milyonların hem yüreğine, hem beynine çakılan bu sözcükler ona ait:

- Dipten gelen dalga!

Yani, bu toprakları bin yıldır yurt edinmiş olanların çocukları! Yani, en olmaz denilen şartlarda “ayağa kalkanlar” ve muzaffer olmayı bilenler...

- Yani Türk milleti!

Tüm konuşmalarımızda, o umudun temsilcisiydi. Benim zaman zaman içine düştüğüm karamsarlıklara kesin bir kararlılıkla karşı çıkar, yakın tarihin, Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık günlerinden örnekler verirdi. Yine böylesine karanlık düşüncelere savrulduğum bir akşamüstü, tesadüfen karşılaşmıştık.

İçimdeki sıkıntı, öfke karışımı “karanlık” yüzüme vurmuş olacak ki; kendine has tebessümüyle yumuşak biçimde paylamıştı:

- Tanzimat aydını ruhuna teslim olma!

Türk aydınının halktan bu denli uzak, bu denli kopuk olmasını, ülkenin sömürge konumuna düşmesinde başlıca etken olarak görüyordu. Bunu açıkça anlatıyordu da:

- Türk aydınlarının başka bir modele göre kendilerini şekillendirme olayı Tanzimat’tan bu yana var... Aydının yaşama biçiminden dünyaya bakışına kadar her şeyiyle, halkın her şeyi arasında mahiyet farkı doğdu... 19. yüzyılda yarı sömürgeleşmiş bütün dünya ülkelerinde Batı’nın ihraç ettiği kültür var ki ona ben “komprador kültür” diyorum, bu kültürle yetiştirilmiş aydın nesiller var ki, kendi bağlarından ayrı ve kopukturlar ve Batı’ya daha yakındırlar, mahiyetleri itibarıyla daha yakındırlar ve bunun için kendi halklarıyla aralarında çok ciddi mahiyet farkı vardır... Bu komprador kültürü içinde yetişmiş kişiler, o ülkelerdeki yabancı okullarda, azınlık okullarında, o dille tahsil yapılan okullarda yetiştirilirler ve o kültürün temsilciliğini yaparlar: yani işbirlikçilerdir...

- Ne kadar açık ve ne kadar acı değil mi?

Biley taşına vurulmuş bıçağın parıltısı

O, bu ülkenin en güzide evlatlarından biri: Attila İlhan...

Ülkenin üzerinde estirilen “Atatürk ün istediği hatta vasiyet ettiği Batı medeniyetine dahil oluyoruz” laflarına da tüm açıklığıyla o yanıt veriyordu:

- Gazi için “çağdaşlaşma” esastır: Batı’dan ancak onu üst düzeye yükseltmiş olan metot ve düşünce alınabilir; fakat bileşim mutlaka “ulusal” olacaktır...

Bilgi Yayınevi’nden çıkan “Bir Millet Uyanıyor” dizisinin ilk kitabına yazdığı “Takdim” yazısında, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli eserinden yaptığı şu alıntı bile tek başına, Attila İlhan’ın kimliğini, biley taşına vurulmuş bıçağın parıltısı gibi ışıldatmıyor mu:

- Türkiye’nin Atatürk sonrası ve demokrasi tarihi, dünya tarihine, karaktersiz aydınların bir millete yapabilecekleri kötülükler örneği olarak ve Kurtuluş tarihi ise, sağlam karakterde bir aydının, nasıl mucizeler yaratabileceğinin örneği olarak geçecektir.

Sonunda dediği oldu: dip dalga coştu!

Onu en son, sonsuzluğa karışmasından hemen önce TÜYAP Kitap Fuarı’nda görmüştüm.

Önünde kocaman bir kalabalık, kitaplarını imzalıyordu. O kadar insanı itip kakarak “Merhaba” demeyi göze alamadım; “Daha sonra görürüm, hem sohbet ederiz” diye düşündüm...

-Sonrası yokmuş!

Attila İlhan’ı hep düşündüm ve her düşündüğümde “Keşke...” dedim, “Keşke bir merhaba deseydim”; bu merhabanın aslında bir “elveda” olduğunun ayırdına varmaksızın...

Bu ülkenin aydınlık insanları, bir büyük şairi, bir büyük aydını, bir büyük yurtseveri, Cumhuriyet’in bir büyük evladını yitirdi 19 yıl önce...

Ama onun her defasında ısrarla ve inançla vurguladığı “dipten gelen dalga” sonunda yüzünü güneşe döndü, coştu ve mutlaka ama mutlaka tarihsel görevini bir kez daha yerine getirecek.

- Her zamanki gibi yine haklı çıktın sevgili ustam...