Barabbas, Ben-Hur, On Emir, Arabistanlı Lawrence!
Yakınlarda Exodus ve Cennet’in Krallığı gibi kült filmlerde; Filistin, Kudüs ve Musa’nın vadedilen topraklara yolculuğu işlenmiştir.
Vatanlarından sürüldükleri ve mazlum millet oldukları vurgulanmış ve hafızalara kazınmıştır.
Hollywood’da CIA bürolarının olduğunu ve Pentegon’la birlikte ABD politikalarını dünyaya yaymak için filmler çekildiğini bilmeyen yoktur.
2022’de gelen tepkiler yüzünden gösterime giremeyen The Lady of Heaven filmine de değinmeden geçemeyeceğim.
Kuveyt asıllı bir İngiliz’in çektiği film, İslam dünyasının her kesiminden tepki almıştı.
Irak’ın işgali sırasında annesini kaybeden bir çocuğun yaşadıkları ve Hz. Muhammed’in kızı Fatıma’nın hayatını anlatan film belki de mezhepsel çatışmayı körükleyecekti.
Sanatın nasıl bir emperyalist araca dönüştürüldüğünün sadece birkaç örneğini paylaştım.
Bu arada Hollywood’dan Filistinlilerin yaşadığı zulmü anlatan tek bir film dahi çıkmadı...
Yüzyıl önce Osmanlı’nın çökertilmesi ve paylaşılmasının ardından bölgede manda devletçikler kuruldu.
Suriye 1945’e kadar Fransız mandasıydı, Filistin de 1922’de Milletler Cemiyeti’nin onayı ile İngiltere’ye manda olarak verilmişti.
İsrail’in kurulma süreci ise İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un 1917’deki bildirgesi ile başladı.
Aralık 1917’de İngilizler Kudüs’ü işgal ettiğinde, Loyd George, sevinçle “Avrupa şövalyelerinin yüzyıllar boyunca başaramadığı bir şey” demişti...
1918’de de Yafa’da düzenlenen konferans ile bölgeye İsrail devleti adı verildi.
Paris Konferansı’nda Filistin’de bir devlet kurma kararını çıkartan Balfour, kurulan devleti ancak 1925’de ziyaret etmiş ve Kudüs’te kurulan Yeni İbrani Üniversitesi’nin açılışını gerçekleştirmişti.
1948’e gelindiğinde ise İsrail, bağımsızlığını ilan etti ve ABD tarafından hemen tanındı.
Filistin mandası ilan edilmeden tepki gösteren bölge halkı işgale karşı alttan alta örgütlenmeye başlasa da başarılı olamadılar.
Ancak bu örgütlenme ile daha sonraları ortaya çıkacak antiemperyalist Baas hareketinin temelleri atılmış oluyordu.
Bölgede Arap milliyetçiliğinin önderi olan Baas hareketinin Suriye, Irak ve Mısır’da egemen olması dün İngiltere’nin bugün de ABD’nin işine gelmedi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail’in, bölge ülkelerine saldırıları artınca Mısır, Suriye veİsrail arasında savaşlar zinciri başladı.
İsrail, 1967’de Altı Gün Savaşı ile Golan Tepeleri’ni işgal ettikten sonra 1981’de de ilhak ettiğini açıkladı.
2019’da da ABD, bu ilhakı tanıdı...
Üç büyük dinin kutsal toprakları olan Filistin, var olduğundan beri aynı şeyleri yaşıyor.
Ortadoğu’da çok az dağlık bölge vardır.
Hepsi de tarihi açıdan birbirinden daha önemlidir.
Bir yanda Golan Tepeleri’ndeki Hermon Dağı bir yanda Şam’daki Kasyun Tepesi.
Bu bölge binlerce yıldır kan ve gözyaşına boğulmuştur.
Colani ile Dışişleri Bakanı Fidan’ın çay içtiği Kasyun Tepesi ise kutsal kitaplarda, Kabil’in Habil’i öldürdüğü yer olarak geçmektedir!
Ne acı ki kardeşin kardeşi öldürdüğü bu topraklarda, bugün hala kardeş kardeşi öldürüyor...
Dün feodaller, bugün ise emperyalizmin maşaları kan döküyor.
Kan aktıkça da emperyalizm güçleniyor...
Netanyahu, Golan Tepeleri’nde tampon bölge başta olmak üzere işgale devam etmelerinin gerekçesini açıkladı.
Ortada anlaşma imzaladığımız devlet olmadığı için anlaşmalar yok hükmündedir ve Golan bizimdir dedi.
Tampon bölgede olması gereken BM güçleri de nedense ortada yoktu!
İsrail 15 Aralık’ta, Golan’da yaşayan nüfusunu iki katına çıkarma kararı aldı.
Uzun yıllardır Esad’ı destekleyen Dürzîlerin ise İsrail zulmünden korktuğu için İsrail’e ilhak çağrısı yapması da çok doğaldır.
Diğer yandan İsrail için Golan sadece su ihtiyacını karşıladığı bir bölge değildir.
1990’lı yıllardan itibaren Golan Tepeleri’nde, petrol arayan İsrail, keşfettiği rezervi genişletmek için elinden geleni yapmaktadır!
Golan’a biçilen kutsallık ise her şeyin kılıfıdır...